15 Ocak 2007

"last one die"


Alfonso Cuaròn'un son yapıtı Children of Men (P. D. James'in romanından uyarlama), 2027'de geçen bir bilim kurgu! 2027 olması bile anlamlı. Ama hiç de gelecekte geçiyor gibi değil, kanımca 2007'yi anlatıyor. Bu yaratılan geleceğin beni şaşırtması mümkün değil. CNN'de izlediğimiz Bağdat'tan farkı yok.
Geleceğin Cuaròn versiyonunda kısırlık başroldeymiş gibi görünse de anlatılan göçmen sorunu ve insanların ümitsizliği. Film karamsarlığımızı iyice tetikliyor. Bazı sekanslar bizi içine çekip emiyor. Bir çatışma sahnesinde kameraya sıçrayan kan, el kamerasıyla çekilen bölümün gerçekçiliğini kat kat artırıyor. Suratımıza sıçrayan kanı birkaç dakika izliyoruz.
Yaşananlar bugünü işaret ediyor. Şu an Bağdat'ta, Afganistan'da olan budur. Onlar için bu film komedi unsuru bile içerebilir. Zaten karıları doğum yapamıyor, doğan çocuklar da açlıktan ölüyor. Bunlar olmaktayken film tam anlamıyla cuk diye oturuyor. İlaç gibi geliyor bana (korunaklı evimde izlerken yüzüm kızarmadı desem yalan olur). Batı toplumuna "işte gelecek bu" diyerek kamerasını gözümüze sokan Cuaròn alkışı hakediyor.
Sir Michael Caine ve yaşadığı mekan filme renk katıyor. Uzun saçlı, esrar içen karikatürist Caine'i bağrımıza basıyoruz. Theo, parmak arası terlikleri, intihar etmek için sebep aramayan gözleri, pis sakalıyla bir kahraman olmaktan çok uzak (ama Closer'daki yavşak hali de yok Clive Owen'ın). Çatışmanın tam ortasında, kucağındaki ağlayan çocukla yürürken (uzun süredir doğan ilk çocuk, adeta İsa gibi karşılanıyor) militanların boş bakışları, askerlerin susan silahları "işte mucize" dedirtse de, bu fazla uzun sürmüyor. Tekrar silah, tekrar bomba, tekrar ölüm...
Banksy'nin graffittisi "LAST ONE DIE" filme hoşluk katmış. Gözden kaçırmamak gerek.
Bu bir kovalamaca filmi değil. Her ne kadar filmi izlerken bu hisse kapılacak sığ insanlar olsa da. Dünü, bugünü, yarını anlatan metaforik bir film Children of Men.

"Acılardan daha büyük bir yer yoktur. Bir tek evren var; o da kanayan bir evren" - P. Neruda

devamı...

09 Ocak 2007

high fidelity/nostalji sekansı


İki hafta önce ses kartımın sesi soluğu kesildiğinden beri eski dostlarım kasetlere dönüş yapmış durumdayım. Başlıktaki sadakat kasetlere yönelik yani. Dünyada ne olup bittiğinden de habersiz olduğumdan, uzun süredir yazmamanın içimde yarattığı gaz birikimini kasetlerle ilgili birkaç kelam ederek boşaltmayı düşündüm.


Kaset dediğimiz çok narin. Güneşte kalır bozulur, rutubetlenir çürür, tozlanır bozulur, kırılır, bandı kopar... Ama bir o kadar da zevklidir kartonetini okumak. Üst üste dizip mutlu olunur. Teypte ileri geri sararken tam iki şarkı arasındaki boşluğu bulmak övünç kaynağıdır. Bozulsalar da, sesleri boğuklaşsa da atmaya kıyamaz insan. Hele benim gibi biriktiriciyse. Kasetlere sarıldım bilgisayardan hayır gelmeyince. Elimin ilk arayıp bulduğu albümleri de yazayım dedim, geçmişte takılı kalmış olduğum iyice ortaya çıksın.
Stone Temple Pilots - Purple (1994)


Stone Temple Pilots'ın ikinci albümü. Vasoline, Lounge Fly, Interstate Love Song, Big Empty gibi hitler barındırır. Bana kalırsa içindeki tüm şarkılar çok iyidir. Solist Scott Weiland'ın en sevdiği STP şarkısı olduğunu söylediği akustik Pretty Penny de bu albümde bulunur.

Prodüktörlüğünü zamanın çoğu grunge grubunun birlikte çalıştığı Brendan O'Brien yapmıştır. En sevdiğim STP albümü olduğundan, elim ilk bu kasede gider. Favorim harikulade bir aşk şarkısı olan Still Remains'dir. Albümün kapağı da görüldüğü üzre çok başarılıdır, ön plandaki bebenin elinde tuttuğu yazının ne anlama geldiğini bilemiyorum. Kartonetin hiçbir yerinde "Purple" yazmaması, o (sanırım) çince yazının "Purple" olabileceğini düşündürdü. Tamamen sallıyorum.

Faith No More - King For A Day, Fool For A Lifetime (1995)

Kasedi elinize alır almaz içine çekileceğiniz bir albüm. Kapağında size doğru fırlayacakmış gibi havlayan bir köpek çizimi vardır ve üstünde "King For A Day" yazar. Kartoneti açtığınızdaysa köpeğin tasmasının bir polisin elinde olduğunu görürsünüz. Altındaysa "Fool For A Lifetime" yazmaktadır. Bu harika tasarım, Eric Drooker'ın elinden çıkmadır.

Grubun beşinci albümü, birçok hit parça çıkarmış ve kült olmuştur. Faith No More bu albümünde de kategorize edilemeyen bir müzik yapmıştır. Punkvari Digging The Grave, metale yakın duran Cuckoo For Caca, caz-funk karışımı Evidence... Bütün şarkıları iyi olan bir albüm daha. Mike Patton'ın değişken vokali insanı hayrete düşürür. Tek bir favori belirleyemiyorum ama ilk etapta Ricochet, Evidence, Star A.D. ve Cuckoo For Caca en çok dinlediklerim. Deftones, SOAD ve türevi grupların FNM'dan ne kadar etkilendiklerini görmek için de faydalı.

Terrorvision - How To Make Friends And Influence People (1994)

Terrorvision, müzik hayatını 1987-2001 yılları arasında sürdürmüş bir grup. Adı geçen albüm, grubun ikinci albümü ve Alice What's The Matter, Oblivion, Pretend Best Friend gibi hitleri barındırıyor. Bradford çıkışlı grup İngiltere'de oldukça başarılı olsa da Türkiye'de çok fazla tanınmıyor olsa gerek. (Yanılmıyorsam) 1997'de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda verdikleri konsere ilginin az olmasının başka bir açıklaması olamaz.

Albümdeki şarkılar çoğunlukla tempolu ve eğlenceli. Bir İngiliz havası var, ama okyanusun diğer tarafındaki rock akımlarına da göz kırpar nitelikte. Hoppa, havai , bol distortion'lı dans şarkıları gibi geliyor kulağa. Ritmlere kayıtsız kalmak pek olası değil. Baştan sona bayıldığım bu albümdeki favorilerim Discotheque Wreck, Stab In The Back, Pretend Best Friend ve Middleman.

Therapy? - Semi-Detached (1998)

Nihayet 2000'li yıllara biraz yaklaşabildik. Kuzey İrlanda'lı grup Therapy?'nin altıncı albümü. Aldığım ilk kasetlerden biridir. Therapy?'nin mutlu bir müzik yaptığı söylenemez. Bu albüm de grubun karanlık havasını yansıtır. Andy Cairns'in sesi bana hep acı dolu gibi gelmiştir.

Albümü açan Church Of Noise'u hala konserlerinde açılış şarkısı olarak kullanırlar. Albümün geneli yağmurlu soğuk İrlanda havasını içimize zerk eder. Zor da olsa favori gösterebileceğim şarkılar Safe, Straight Life, Don't Expect Roses ve The Boy's Asleep. Son dinleyişimde kasedin manyetik bandının kopmasına rağmen arşivimdeki yeri sağlamlığını korumaya devam ediyor. Kartonetteki yazıların aynadan okunabilecek şekilde basılmış olması da albümün bir diğer güzelliğidir.

Şimdi topu topu dört albüm saydım, diğerlerinin de hakkını yemeyeyim. Listeyi biraz uzatalım. Sıralama önemsizdir. Bir de bunların sadece kaset olduğunu unutmayalım.


    Depeche Mode - The Singles 86>98 (1998)
    Nirvana - Nevermind (1991)
    Soundgarden - Superunknown (1994)
    Silverchair - Frogstomp (1995)
    Massive Attack - Mezzanine (1998)
    Prodigy - The Fat Of The Land (1997)
    Therapy? - Infernal Love (1995)
    Alice In Chains - Alice In Chains (1995)
    Radiohead - OK Computer (1997)
    Unkle - Psyence Fiction (1998)
    Dead Kennedys - Fresh Fruit For Rotting Vegetables (1980)

devamı...

03 Ocak 2007

sarışın bond



Bond'la tanışmam 90lara rastlar. İstanbul'u keşfe çıktığım yıllar, sinemalarıyla sokaklarını bulduğum şehir. Kristal Sineması'nı bulduğumda (Aksaray) oynayan filmin pek önemi yoktu. O gün izlediğim film Timothy Dalton'lu Bond'du (çok sonra anladık tabi). Aslında Bond değil, sadece kötü adam ilgimi çekmişti. Delik deşik suratı, omzunda iguanasıyla harika bir tipti. Kokain kullanması da cabası... Zaman içinde Bond'u şarlatan olarak andım. Filmleri izlenir kılanlar sadece kötü adamlardı, malesef hep kaybettiler. Tüh... Ama artık bir şeyler değişti! Sean Connery, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan (yılışık)'dan sonra yapımcılar yeni bir Bond arayışına girdiler. Seçilen isim Daniel Craig oldu. Bond manyakları bu durumu protesto ettiyse de sonuç değişmedi. Daniel yeni Bond'du. Munich'deki performansıyla zaten övgüme mazhar olan (peh) Daniel, kanımca mükemmel seçimdir. Sarışın ve çirkin olması da artıları. You Know My Name geldi önce kulaklarımıza. Tema müziğini Chris Cornell'ın yaptığını öğrenmek sevindirmişti. Gün gelip Bond'u perdede gördüğümde, filmin daha ilk saniyelerinde iki kişiyi öldürmesi beni yerime çivilemeye yetti. Başlangıçtaki klip estetiğindeki animasyonun da hakkını verelim. Senaryosunda Paul Haggis (Crash)'in de parmağı olan Casino Royale'in yönetmeni, Golden Eye'ı da çeken Martin Campbell. Zaman zaman Tom ve Jerry kıvamında hızlı kovalamacalar, patlayan silahlar, kan. Bond özellikle filmin başında kötü adam misyonunu da yüklenmiş, gözünü kırpmadan adam öldürüyor. Bond için güzel açılım; bir ajan katildir, onu sevimli göstermek yıllardır yapılan bir ayıptı.
IMDb'de Casino Royale

devamı...