26 Aralık 2007

şşşş! piano magic dinliyoruz!


Müzik bizi sessizlikten kurtardı ama "dinlemesek de her konserde görünelim, namımız yürüsün"cü enteresan komünitenin gevezeliğinden yırtamadık. Buna rağmen gruptan "best audience ever" iltifatını almayı başardık 19 Aralık'ta Babylon'da gerçekleşen Piano Magic konserinde.
Radarlive'da deniz yorgunluğuyla çimlerde yayılarak izlemiştim, bu sefer sağ öndeki amfinin dibinden, müziği midemde hissederek iştirak ettim kendilerine. İngiliz muhasebeci kostümüyle gözlerini pörtleterek Babylon'u süzen Glen Johnson, gitarını neredeyse önündeki seyircilerle beraber çalacakmış gibi duran Franck Alba, sevimli metalci görünümlü basçı Alasdair Steer, mükemmel davulcu Jerome Tcherneyan ve Cedric Pin'in harika performansı boyunca Klima'yı pek aramadım açıkçası.
2 saat boyunca sahnede bir ses duvarı yükseldi sanki, hele konserin sonuna doğru bu ses duvarına çarpıp çarpıp dağıldım. O kadar güçlü ve "gürültülü" bir setlistti ki Glen Johnson "Birkaç sakin parça çalabilir miyiz?" diye nezaketen izin aldı seyirciden. Dead Can Dance cover'ından önceki Spice Girls muhabbeti güldürdü:
- Şimdi bir Dead Can Dance şarkısı çalıcaz. Onları biliyo musunuz?
- Eyyoo, helööö..
- Yoksa Spice Girls mü tercih edersiniz? Hangisi?
- Eyyoo, helööö..
- Move a little closer baby... 'cause tonight is the night when 2 become 1! (Spice Girls)

Konserle ilgili tek kötü şey - ve gözardı edilemeyecek kadar sinir bozucu - başta bahsettiğim gevezeliklerdi. Şarkı başlarında öyle anlar oldu ki arkadan sürekli vırvır konuşma sesleri gelirken, orta ve önlerden "şşşşşş" sesleri yükseldi. Sahnedekilerin şaşkınlığı da yüzlerinden okunuyordu. Glen Johnson bazen sessizlik sağlanmasını beklemek zorunda kaldı. Babylon'daki bu olay bir şekilde bitmezse bayağı gerginlik yaşanır.
Yine de seyircinin konserle ilgilenen kısmı o kadar coşkuluydu ki önce "gördüğümüz en iyi seyircilerdensiniz", sonra da "en iyisi sizsiniz" cümleleriyle ödüllendirildik. Bir ara yorucu bir tempoyla alkış tutturdular bize. Karşılıklı gaz vermelerin sonunda beklenen bir bis de oldu tabii. Kaçıranlar ne kadar üzülse yeridir. Özellikle bis itibariyle Sonic Youth'a yakın bir mertebeye erdik. Setlist'i vermeden önce gruptan gülümseten bir cümle daha: "Piano Magic düğünleriniz, partileriniz ve cenazeleriniz için hizmetinizdedir."

No Closure
Saint Marie
Jacknifed
The End Of A Dark, Tired Year
Advent (Dead Can Dance)
The King Cannot Be Found (über-güzeldi=)
I Am The Teacher's Son
Love & Music (çok eşlik edildi buna tabii)
Great Escapes (bu şarkıdan sonrası bir tür trans gibiydi)
The Nostalgist
Speed The Road, Rush The Lights
(Music Won't Save You From Anything But) Silence
Saints Preserve Us (nasıl desem, hayatımı kaydırdı)
The Last Engineer
BİS - Password (Hallelujah!)

devamı...

06 Aralık 2007

neil young - dead man soundtrack (1996)


Jim Jarmusch'ın Dead Man'i, hayatımda izlediğim en iyi müziklere sahip filmlerden biridir. Filmin tekinsiz atmosferini ve dünyadan ayrılıp ölüme gitme yolculuğunu çok iyi anlatır Neil Young'ın ham gitarları, cızırtıları, orgu ve gökgürültüsünü andıran sesleri.
Filmi izlemeyenler için kısa bir özet geçelim; Cleveland'lı muhasabaeci William Blake (Johnny Depp) yeni işi için Machine kasabasına gelir. Fakat işini başkası kapmıştır. Şirketten kovulan Blake, kasabada Thel adlı bir kadınla tanışır. Kadın onu odasına götürür. Thel'in eski sevgilisi onları yatakta yakalar, Thel'i öldürür. Yaralanan Blake Thel'in silahıyla adamı öldürür ve çaldığı bir atla kasabadan kaçar. Öldürdüğü adam şirket sahibinin oğludur. Blake'i yakalamaları için 3 azılı katil görevlendirilir. Atın üzerinde baygın halde yolculuk eden Blake, yalnız kızılderili Nobody'le karşılaşır. Nobody, onu şair William Blake'in reenkarnasyonu sanır. Kurşun Blake'in kalbinin çok yakınındadır ve çıkarılması imkansızdır, Blake gerçekten de çoktan ölmüş bir adamdır.
Film kızılderili Nobody'nin okuduğu Blake şiirleriyle, onun ilginç öyküsüyle, karşılarına çıkan garip haydutlarla ve peşlerindeki katillerle Blake'in ölümüne doğru ilerler. Kanımca Jarmusch'ın en iyilerindendir. Neil Young'ın müziğinin atmosfere katkısı çok önemlidir. Diyaloglu episodları dünyadışı elektro gitar sesleri birbirinden ayırır. Ruhun dünyayı terk etmesinin, damarlardan çekilen kanın sanrılı müziğidir bu. Young, stüdyoda tek başına filmi izlerken, doğaçlama icra edip kaydetmiştir müziği. Belki bu yüzden filmin hissettirdiklerine bu kadar denk düşer. Tribi gelen bünyelere kuvvetli bir halüsinojendir.
1 saatlik soundtrack'te filmdeki diyalogların bir kısmını ve Johnny Depp'ten bir William Blake okumasını bulmak da mümkün. Özellikle tavsiye ettiğim ve filmi izlemeye/bir daha izlemeye heveslendirecek bölüm ise Stupid White Men.

1. Guitar Solo, No. 1
2. The Round Stones Beneath The Earth...
3. Guitar Solo, No. 2
4. Why Does Thou Hide Thyself, Clouds...
5. Organ Solo
6. Do You Know How To Use This Weapon?
7. Guitar Solo, No. 3
8. Nobody's Story
9. Guitar Solo, No. 4
10. Stupid White Men...
11. Guitar Solo, No. 5
12. Time For You To Leave, William Blake...
13. Guitar Solo, No. 6

devamı...

01 Aralık 2007

eddie vedder - into the wild soundtrack


Into The Wild, Sean Penn'in ilk uzun metraj filmi. Üniversite öğrencisi Christopher McCandless, mezun olduktan sonra biriktirdiği tüm parayı OXFAM'a bağışlar ve yaban bir hayat sürmek için Alaska'ya doğru yola çıkar. İçindeki ve dışındaki yolculuk boyunca yaşadıkları ve karşılaştığı insanlar filmin öyküsünü oluşturur. Filmle ilgili bir şey bilmeseniz bile, müzikleri bir yol filmi olduğunu belli ediyor.
Eddie Vedder, arkadaşı Sean Penn'e süper bir kıyak çekmiş. Yarım saatlik harika bir soundtrack hazırlamış. Şarkılar çoğunlukla akustik, yer yer mandolinli. Eddie Vedder'ın sesi bir Crazy Mary'deki gibi yumuşak, bir Footsteps'teki gibi güçlü. Pearl Jam'in Lost Dogs'undaki akustik parçaları sevenler bu albüme kesinlikle bayılacaktır.
Cameron Crowe'un Elizabethtown'unda şöyle bir cümle geçer: "Bu şarkıyı dinlerken arabanın camlarını aç, bazı şarkıların havaya ihtiyacı vardır." Bu albüm tam da böyle. Dinlerken bir açık alan ferahlığı, hareket hissi veriyor. Sinematografik şarkılar. İster istemez Beat'leri düşündürüyor. Amerikan folk/rock'ına aşina, seyahate meyilli bünyelere tavsiye edilir. Şarkılar arasında ayrım yapamıyorum, tracklist'i veriyorum:

1. Setting Forth (Yolculuk başlar)
2. No Ceiling (Vedalaşma)
3. Far Behind (Her şeyi geride bırakmak)
4. Rise (Yolunu aramak)
5. Long Nights (Eski dünyadan kopuş)
6. Tuolumne (Sierra Nevada dağları civarında bir bölge ve nehir)
7. Hard Sun (Sleater-Kinney'den Corin Tucker'ın vokalleriyle)
8. Society (Seni bıraktım diye kızmazsın değil mi "society"? Kusuruma bakma..)
9. The Wolf (Eddie'nin ulumasını sevenler için lezzet şöleni, bildiğin "wild")
10. End Of The Road (Yol bitse de, bitmez)
11. Guaranteed (Kıssadan hisse, hayatı bir yolculuk olarak algılama durumu)

devamı...