tag:blogger.com,1999:blog-291739082024-03-08T03:23:25.608+03:00süvetermanyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.comBlogger111125tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-61707316504738998722012-02-27T14:34:00.000+02:002012-02-27T14:34:31.834+02:00Hey!Aylar sonra buraya yazacağım bir şeyin hala birilerinin feed'ine düşebilme ihtimali ne hoş. Farkında olduğunuz üzere süveter artık güncellenmiyor ama eskiden buralara yazanlar başka yerlerde bir şeyler yazmaya, söylemeye devam ediyor. <div>
<br /></div>
<div>
kitch insect blogunda ağırlıkla sinema ve müzik üzerine yazıyor: <a href="http://enveloppextreme.tumblr.com/">http://enveloppextreme.tumblr.com/</a></div>
<div>
manyetikbant ise aynı isimle yine müzik ve arada bir sinema üzerine yazıyor: <a href="http://manyetikbant.me/">http://manyetikbant.me</a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bir yerlerde görüşmek üzere.</div>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-75665925210718495912011-03-30T20:01:00.003+03:002012-02-27T13:25:47.210+02:00Unkle (26.03.11/Refresh The Venue)<br />
Bu yılın gözlerimi yuvalarından uğratan haberlerinden biriydi Avea Escape to Music kapsamındaki Unkle konseri. İstanbul’da izleyeceğimizi tahmin etmediğim bir isim. Kasedini dinleye dinleye yıprattığım Psyence Fiction’dan bir şeyler duyacak olmak çok heyecan vericiydi. O heyecanla her zaman olduğu gibi mekanda 10-15 kişi varken kapıya dayandım.<br />
<span id="fullpost"><br />Yer kapma gibi bir sorun olmadığını görünce kendimi dışarıda köfte-ekmeğe verdim. Grup gecikmeyle sahne aldı, öğrendiğimiz kadarıyla sebebi ekipmanın bir kısmının buraya geç ulaşmasıymış. Bekleyiş süresince kalabalığı konsere hazırlayan parçalar iyi seçilmişti, sabırsızlığımızı kontrol altında tuttu.<br /><br />Abiler alkış-çığlık içinde sahneye çıktı. Son gelen siyah güneş gözlükleriyle James Lavelle’di. Parçalar birbiri ardına akarken grupla seyirci arasında bir konuşma olmadı. Sadece Gavin Clark vokal yaptığı şarkılardan sonra teşekkür ediyordu. Şarkı söylemediği zamanlardaysa sahnenin kenarında, eli cebinde, ağzında sigarasıyla grubu izliyordu. Çok sevimli bir adam diye düşündüm onu izlerken. Mobil olmaları nedeniyle James Griffith ve Joel Cadbury ile daha içli dışlıydık. Bay Lavelle vokal yaptığı şarkılardan birinin sonunda “Nihayet İstanbul’a gelebildik” tarzı bir şeyler söyledi. Biste de çok “motherfucking” harika bir seyirci olduğumuzu yineledi ki bence o kadar “motherfucker” bir halimiz yoktu. Ön sıralar şarkıları bir ağızdan söylüyordu ama döne döne hoplayıp zıplarken gördüğüm kadarıyla insanlar gayet sakindi. Neredeyse enerjisiz diyeceğim. James Lavelle de bana konserin sonlarına doğru açılmış gibi geldi.<br /><br />Gavin Clark’ın leziz vokali dışında Josh Homme, Ian Brown ve Nick Cave’i ekranda görmek harikaydı. Gözlerimi kapayıp gerçekten 3 metre ötemde olduklarını hayal ettim. Bu arada Nick Cave’le yaptıkları Money and Run tam bir konser parçası olmuş, fena dans ettiriyor. Zaten dev ekranda Nick Cave kollarını açmış dönedururken insana bir enerji doluyor. Mis gibi görüntüler, ışıklar ve çokça gürültü içinde harala gürele geçti konser. Kişisel zirvelerim Money and Run, Restless, Reign ve (hele hele) Lonely Soul’du. Lonely Soul'un herkes tarafından hasretle beklendiği çok açıktı. Psyence Fiction’dan Nursery Rhyme, Bloodstain ve Be There dinleme hayalim hayal olarak kaldı. Bari azıcık Unreal duysaydık. Her neyse.<br /><br />Tek bis yaptılar, In A State’le tadı damağımızda kalacak şekilde yükselerek bitirdiler konseri. Herkes vestiyere abanmasaydı, biraz daha alkışlasaydık 2. bis olabilirdi belki. Işıklar açılıp müzik başladığında dans etmeyi özlediğimi anladım. Yorgun olmama rağmen hala kıpır kıpırdım, iyi konser insana böyle bir kuvvet veriyor.<br /><br />Setlistte eksikler var: Chemistry, Restless, Keys To The Kingdom, Burn My Shadow, Reign, Money and Run, Follow Me Down, The Runaway, Lonely Soul, Eye For An Eye, Heaven, In A State.<br /><br />Not: Bu güzel satırlarda bahsetmek istemediğim fakat konser boyunca bizi çok sıkıntıya sokan bir konuyu radioheadbanger <a href="http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=22753257">şu entry’sinde</a> dile getirmiş. Ne yiyorsunuz arkadaşım konserden önce? Lütfen ya.</span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-4215885731753253792011-02-09T00:06:00.002+02:002012-02-27T13:26:14.704+02:00Isobel Campbell & Mark Lanegan (05.02.11/İKSV Salon)<br />
Uyuşukluğa daha fazla teslim olmadan yazmalıyım. Hala her şey kafamda canlıyken. Mekana 22:00’ye doğru gittiğimizde ortalık tenha sayılırdı ama vestiyere üstümüzü başımızı bırakıp salona girdiğimiz anda akın etti insanlar. Arkama bir baktım, her yer dolmuş. Biletix gişesinde duyduğuma göre bilet bitmişti. Sahnenin dibinde tam kadro yerimizi aldık. Konser başlamadan 13melek’le laflama fırsatımız da oldu. Onu heyecanlandıran Isobel’di, beni Mark.<span id="fullpost"><br /><br />Önce gitarist abiler, sonra da Isobel ve Mark çıktı sahneye. İlk birkaç şarkıda teknik sorunlar yaşandı. Isobel “Bunlar soundcheck’te olmuyordu” diyerek özür diledi. İlk şarkılar sonrasında salonda tam sessizlik sağlandı ve onlar da ortama ısındı. Isobel daha konuşkan oldu, Mark Lanegan ise hayret uyandıracak kadar çok gülümsedi. Paris konserlerinden çok daha mutlu görünüyordu. Özellikle Isobel Campbell’ın ıslık çaldığı şarkılarda pek eğlendi.<br /><br />Konserin ortalarında Mark sahneden ayrıldı, Isobel Black Mountain ve Saturday’s Gone’ı seslendirdi, huzur veren sesiyle salonu hipnotize etti. Bir ara sessiz olduğumuz için teşekkür etti. Hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama bir şarkıyı ilk defa konserde çaldıklarını söyledi. Çello çalarken hata yapmasının üzerine ise yeni grubuyla ilk konseri olduğunu ve fena jetlag olduğunu ekledi. Mark bu arada yine eğleniyordu. Isobel Campbell için gelenler, Mark Lanegan için gelen grunger arkadaşlar ve ikisini bir arada tanımış dinleyiciler, herkes huşu içinde izledi konseri.<br /><br />Alkış kıyamet bise çağırıldılar. Wedding Dress gelmedi. Konserin sonunda adını hatırlamadığım Seattle’lı gitarist fotoğrafımızı çekti. Etkilenmiş ve mutlu görünüyordu. Benim için gecenin en şaşırtıcı anı Mark Lanegan’ın albümlerini imzalamak için fuayede olacağını duymamdı. Lanegan’ı karşımda görmek o kadar güzeldi ki, oradaki onlarca insan gibi ben de içimdeki Reha Erus’a yenilerek “Bi fotoğraf çekinebilir miyiz?” cümlesini kurdum çekinerek (müzisyenlerle çektirdiğim her fotoğraf gibi bunda da mal gibi çıktığım için paylaşmayacağım). Biletimi çiziktiriverdi. “Thank you”ma gülümseyerek cevap verdi. Öyle sırıtarak ayrıldım Salon’dan. Hala dinlerken aklıma geliyor, Mark Lanegan’la yan yana durdum ya, Layne Staley’le de yan yana durmuş sayılırım, diyorum. Salon’dan çıkarkenki gibi sırıtıyorum.<br /><br />Hatırladığım kadarıyla setlist (karışık): Seafaring Song, Snake Song, Eyes Of Green, Revolver, Black Mountain, Saturday’s Gone, You Won’t Let Me Down Again, Ramblin’ Man, Salvation, Who Built The Road, Come On Over (Turn Me On), Something To Believe, Trouble, The Circus Is Leaving Town, Honey Child What Can I Do, Sally Don’t You Cry, (Do You Wanna) Come Walk With Me, Time Of The Season, We Die And See Beauty Reign, Keep Me In Mind Sweetheart.<br /><br />Not: Bisin ortasında Isobel’in şaşkın bakışları eşliğinde sahne önündeki setlisti söküp giden bereli arkadaş, güzel hareketti.</span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-62870062330817408372011-01-26T22:08:00.003+02:002011-01-26T22:17:31.995+02:00Foreign Born<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://www.thelineofbestfit.com/wp-content/media/2009/06/FB-3.edit.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 479px; height: 347px;" src="http://www.thelineofbestfit.com/wp-content/media/2009/06/FB-3.edit.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Yeni sesler duymak istiyorum bir süredir. Foreign Born'la da bu arayış içinde göz göze geldik. İsimleri çok hoşuma gitti. Belki hayatım boyunca "Türk müsün, nerelisin?" sorusuyla karşılaştığım için. Tanışmamız çok yeni. Şu anda 2009 tarihli Person to Person albümlerini beşinci defa dinliyorum ve şarkıların çoğu bende yer etti.<span id="fullpost"><br /><br />2003 yazında San Francisco'da kurulan grup, kısa süre içinde üye değişiklikleri yaşamış ve Los Angeles'a taşınmış. Şu anki kadroları gitarda Lewis Pesacov, basta Ariel Rechtshaid, vokal ve gitarda Matt Popieluch ile davulda Garrett Ray'den oluşuyor. İlk EP'leri In The Remote Woods'u Startime International Records'dan çıkarmışlar. İlk albümleri On The Wing Now'un (2005) kaydı yanında satışını da üstlenmişler. Albüm 2007'de Dim Mak Records tarafından yeniden basılmış. Grup şimdi Person to Person'ı çıkardıkları Secretly Canadian çatısı altında.<br /><br />Şarkılarını Matt'in evinde, kendi imkanlarıyla kaydediyorlar. Çok enstrümanlı, neşeli bir müzikleri var. Çıngırtılı, tangırtılı, hışırtılı ve bazen de alkışlı şarkıları. Bol vurmalı, arada nefesliler. Indie rock / folk rock sularında. ABD'yi defalarca turlamışlar. Albüm için para biriktirdiklerinden, arkadaşlarının bitkisel yağla çalışan minibüsünü ödünç almışlar. Restoranların depolarından yağ çalarak yakıt sağlıyorlarmış. Şimdiki iş hayatlarına baktığımızda, Ariel ve Lewis prodüktörlük ve ses mühendisliği yapıyor. Matt, Coldwater Kanyonu Parkı'nda görevli. Garrett ise ufak tefek icatlarıyla ilgileniyor. Matt ayrıca 1999'dan beri Big Search adıyla solo çalışmalar yayımlıyor.<br /><br />Bir <a href="http://stereosubversion.com/features/foreign-born-12-27-2007/">röportajda</a> yöneltilen "anlamlı müzik sizce nedir?" sorusuna şöyle cevap veriyor solist Matt Popieluch: "Anlamlı müzik aşkın müziktir. Dinlerken nasıl yapıldığını düşünmediğin müziktir. Seni, kendinin üzerine çıkarır." Foreign Born'un benim için bir anlamı oldu. Hastalıktan fiziksel olarak iyileşip, ruhen hala ayılamadığım bir zamanda koltuğumda dingildememi ve dışarı çıkmak istememi sağladı. Denedim, %100 çalışıyor.<br /><br />Person to Person'ın açılış parçası ve favori parçamı sunuyorum tadımlık. Afiyet olsun.</span><br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/01%20Blood%20Oranges.mp3">Blood Oranges</a><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/08%20It%20Grew%20on%20You.mp3">It Grew On You</a>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-38457015412991923822010-10-08T11:01:00.004+03:002010-12-19T11:27:51.023+02:00Seyirciye Hain Saldırı: Kulaklarımızı Kopardılar<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://farm5.static.flickr.com/4088/5057664395_0d59a34f6c_o.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 488px; height: 325px;" src="http://farm5.static.flickr.com/4088/5057664395_0d59a34f6c_o.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Bunca zaman bir şey yazmadık diye sanmayın ki Süveter öldü. Kış verimlidir. Hazır fotoğrafları da (<a href="http://www.flickr.com/photos/manyetikbant/sets/72157625109944844/">şuraya</a>) yüklemişim, 5 Ekim Salı akşamı Babylon'da gerçekleşen Art Brut konserini yazıvereyim dedim.<span id="fullpost"><br /><br />Grup İstanbul'a ikinci kez geldi, ben ilk defa izledim. Favorim debut albümleri Bang Bang Rock & Roll olduğundan, albümün yarısından çoğunun setlist'te olmasına memnun oldum. Konser Formed A Band'le başladı ve yüksek ses kulaklarımı afallattı. O kadar afallattı ki ertesi gün bile kulaklarım çınlıyordu. Çınlamanın yanında uyuyana kadar yakamdan düşmeyen bir baş ağrısı hediye ettiler ki bunun hoşuma gittiğini söyleyemem. Sanırım bu kadar yüksek volüm için yorgundum. Eddie Argos şarkılar arasında sürekli bir şeyler anlattı, yarısını anlamadığımı belirtmek isterim. Modern Art'ta seyircilerin arasına inip Van Gogh Müzesi'ni andı. Grup çok eğleniyordu ve mutlu görünüyorlardı. Bu his konserin başında tutuk olduğunu düşündüğüm seyirciye de geçti. Sonlara doğru herkes ipini koparmış gibi dans ediyordu. 18,000 Lira ve Emily Kane coşkuyla karşılandı. Argos kulis kapısında elinde birasıyla sahnede takılan grup arkadaşlarını izlerken gayet hoşnuttu. Müzisyenleri mutlu görünce seviniyorum. Yani gürültülü, danslı, eğlenceli bir gece oldu. Hem seyirci hem grup için tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Sadece kendime bir not: akşam yüksek volümlü bir konsere gideceğin zaman gün boyu yorulmamaya çalış.<br /><br />Setlist (eksikler var): Formed A Band, My Little Brother, Emily Kane, Rusted Guns of Milan, Good Weekend, Moving To L.A., 18,000 Lira, Modern Art, Bang Bang Rock & Roll, Nag Nag Nag Nag, DC Comics And Chocolate Milkshake.<br /></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-16786701423109085672010-07-10T18:10:00.005+03:002010-07-11T12:46:00.052+03:00Sonisphere Festival<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash2/hs025.ash2/34630_454465371368_129829741368_5898568_2636208_n.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 494px; height: 329px;" src="http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash2/hs025.ash2/34630_454465371368_129829741368_5898568_2636208_n.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Memlekette yapılmış en önemli festivallerden (çoğu kişiye göre en önemlisi) Sonisphere, iki hafta önce İnönü Stadyumu'nda gerçekleşti. Konser sarhoşluğunu tamamen attım, anlar yavaş yavaş solmaya başladı, şimdi geriye bakıp bir değerlendirme yapmamın vaktidir diye düşünüyorum.<br /><br /><span id="fullpost">Başlarken, sevgili metalci arkadaşlarımızın sevinçle karşıladığı isimlerle pek alakam olmadığını, gönlümde yalnız Alice In Chains olduğunu belirtmeliyim. Diğer gruplarla ilgili yorumlarımı derinliksiz bulursanız, bundandır.<br /><br />İlk gün. Hayatımda ilk defa stadyum konseri izleyecek olmanın heyecanı içindeyim. Saha içi kapısındaki uzun kuyruk korkutsa da çabuk eriyor. İzlediğimiz ilk grup Stone Sour. Gayet güzel. Yaş ortalaması 16 sanki. Ardından Pentagram. Birkaç Dio coverı çalıyorlar. Sonra Ogün Sanlısoy geliyor. Standart. Murat İlkan alkışlarla sahneye çıkıyor ama çok bitkin. Keşke çıkmasaydı diyorum içimden. Sesi duyulmuyor (sonraki gruplarda da yaşayacağımız ses sorununun henüz ayırdında değiliz). Ergenler coşuyor, neyse ki sırada Alice In Chains var.<br /><br />Bu adamları canlı izlemek hayal gibi benim için. Karşımıza (karşımıza dediğim 50 metre ötemize, zira sahne önü neredeyse sahanın ortasına geliyor) dizildiklerinde hem mutluyum, hem Layne Staley yüzünden buruğum, hem seyirci katılımını merak ediyorum. Them Bones'la başlıyorlar, ben de kendimi salıveriyorum artık. Orada sadece Jerry Cantrell'ın sesini duymak için bulunuyorum derken bakıyorum William DuVall işi harika kotarıyor. Dakikalar ilerledikçe, eski şarkıların arasına yeniler girdikçe geri dönüş albümleri Black Gives Way To Blue'nun ne kadar başarılı olduğunu açıkça görüyorum. Etrafta bizden başka kimse şarkılara eşlik etmiyor sanırken kalabalığın içindeki sesleri ayıklıyor kulağım. Evet, oradayız. Doksanlara kısa bir yolculuk yapıyoruz. Çalınan şarkılar: Them Bones, Dam That River, Rain When I Die, We Die Young, Angry Chair, Man In The Box, It Ain't Like That, Rooster, Would?, Check My Brain, Lesson Learned, Again, Acid Bubble. Adamlar cayır cayır çalıyor ve Sonisphere'de duyduğum en iyi ses de onlara ait. "Yine geleceğiz, yakında görüşürüz" diyor Jerry, inanıyorum. Pearl Jam ve Chris Cornell'den sonra AIC'i de izlemiş olmanın verdiği yükselmeyle yerimi başkalarına bırakıp Rammstein için arkalara geçiyorum. Festivalin gerisi tamamen "olmuşken şunu da izleyeyim" tadında geçecek.<br /><br />Rammstein bildiğiniz gibi, alevler falan. Anlatılabilir bir şey değil, <a href="http://curan.deviantart.com/">fotoğraflarına</a> bakmanızı tavsiye ederim. Türkiye'nin gördüğü en iyi sahne şovu. Net.<br /><br />İkinci gün gitmedim. Üçüncü gün Big Four'la pek işim olmasa da kombine varken izlememek günahtır diye Anthrax öncesi stadda yerimi aldım. Güneş altında bir güzel kavruldum. Antisocial benim şarkımmış, öyle söylediler. Megadeth'ten ümitliydim ama maalesef Dave Mustaine'in sesini duyamadım. Beyaz gömleğini ve turuncu saçlarını görmekle yetindim. Slayer'da veteran metalci - ergen metalci kardeşliğini pekiştiren pogoların içinde kaldım. Tom Araya neden o kadar sırıtıyordu, merak ettim. Civardaki dairesel headbanglerin vantilatör etkisi hoşuma gitti ama bir miktar saç yuttum. <br /><br />Metallica'da stad tamamen dolmuştu. Şarkılara katılım, tezahürat muazzamdı. Yanımdaki arkadaşlarım çok duygulandı, ben pek duygulanmadım. Metallica'nın resim seçicisi bir ara delirdi, reji son birkaç şarkıda coştu. Rammstein'dan kalan benzini de Fuel'da fışkırtıp bitirdiler. Adamlar o kadar çok iltifat etti ki seyirciye, buraya yerleşecekler sandım. Kiloyla pena dağıttılar, mikrofonu alıp teker teker sevgilerini sundular. Karşılıklı alkış kıyamet içinde bitti konser. "Tek büyük Metallica" diyordu insanlar, doğruymuş.<br /><br />Gelelim her zamanki şu olmamış - bu olmamış bölümüne. Yiyecek konusundaki çilemiz burada da sürdü. Köfte ekmek ve sucuk ekmek dışında bir seçenek olmaması hayli aptalca geliyor bana. Diyelim vejetaryenim, diyelim sağlık sebeplerinden et ya da beyaz ekmek yiyemiyorum, ne yapacağım? Son gün akşama doğru standlarda su bittiğini söylediler. Böyle saçmalık olur mu? Bütün gün güneş altındasın, hava 30 küsür derece, su bitiyor. "Bittiyse söyleyin getirsinler" deyince de "telsizimiz yok" diyebiliyor insanlar. Öyle de bir genişlik. Nasıl olsa verdin bilet parasını, istersen geber orada.<br /><br />Bir diğer saçmalık da staddan çıkmanın mümkün olmaması. Bileklik yerine "bilete pinçik atma" sistemi yüzünden İnönü'den çıkış yok. Çıktın mı geri giremiyorsun. İçeride sana verilene mahkumsun yani. Komik. Son olarak buradan tüm organizatörlere sesleniyorum, sahne önü uygulamasını başımıza bela ettiniz, herkes de buna alıştı, kimse bir şey demiyor ama bu kadar büyük sahne önü mü olur yahu, ayıptır. Hem grubun seyircisine ayıptır, hem seyircisiyle arasına 30 metre boş alan koyduğun gruba ayıptır. Bu konudan bahsettikçe sinirleniyorum. O yüzden benim yorumlamam bu kadar, hadi hayırlı işler.</span><br /><br />Fotoğraf: Erdal Mahir Cüranmanyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-70626745261862120902010-06-19T01:09:00.005+03:002010-06-20T11:56:07.566+03:00The Devil's Anvil - Hard Rock From The Middle East<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjil3xZY_alradSwFOMoLLvGqNzbjm1sLJqW7waIQ5Bl_2Y8EpE0XCQw30HfFB0xE0GHEQGVwccRKYPl2-QMh96bcP7zxkOnlq1RRrq1VXT7McgGjvKTJCif1WjiUtD58avR9ed/s1600/devilanvil1KnphKtkmL.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 318px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjil3xZY_alradSwFOMoLLvGqNzbjm1sLJqW7waIQ5Bl_2Y8EpE0XCQw30HfFB0xE0GHEQGVwccRKYPl2-QMh96bcP7zxkOnlq1RRrq1VXT7McgGjvKTJCif1WjiUtD58avR9ed/s320/devilanvil1KnphKtkmL.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5484242452580171394" border="0" /></a><br />Lise son sınıfta, bir fransızca dersi kapsamında Charlie Chaplin'in 'city lights' isimli filmini izledikten sonra dumura uğramıştım. Bu şaşkın durumumun sebebi, filmin, Kemal Sunal'ın 'en büyük şaban' filmiyle birebir aynı olmasıydı. Daha sonra kafama dank eden bir başka acı gerçek ise, bizim 'şaban' ın esasında 'şarlo' nun bariz çakması bir karakter olduğu durumuydu.<span id="fullpost">Şimdi bunu niye anlattın diyenlere geçen gün keşfettiğim Devil's anvil isimli grup da beni aynen Charlie Chaplin gibi dumura uğrattı da ondan, diye cevap verebilirim.<br /><br />Grubumuz, 1960'ların ortalarında New York'ta yaşayan Arap kökenli müzisyenlerin kurduğu, orta doğulu, saykoledik sayılabilecek bir topluluk. Şarkılarını Arapça, Türkçe ,Yunanca ve ingilizce söylüyorlar. Beni dumura uğratan şey ise albümlerindeki 'Wala dai' ve 'Karkadon' isimli parçaların Erkin Koray'ın 'illa ki' ve 'deli kadın' adlı eserleriyle birebir örtüşüyor olmasıydı. Devil's Anvil'in albümünün 60'ların sonunda, Erkin Koray'ın ise mevzu bahis parçaları içeren 'illa ki' LP'inin 1983 yılında piyasaya çıktığını göz önüne alırsak kimin kimden 'etkilendiği' ortaya çıkıyor gibi. Gerçi ortada Kemal Sunal'ın filminde olduğu gibi direk bir araklama olmasa da Erkin Koray'ın diye bildiğimiz şarkıların başkasının çıkmasının, can sıkıcı bir durum olduğunu düşünüyorum. Neyse, bu saçma saptamamın dışında albüm, 60'ların psychedelic rock soundunu orta doğu ezgileriyle karıştıran, ülkemizin ilk Anadolu rock örneklerine benzetebileceğimiz baya ilginç bir çalışma. Türü sevenlere tavsiye edilir.<br /> <br />Not: Albümdeki sisheler isimli parça gerçekten de Türkçe. vokalist arap aksanıyla Türkçe söylemiş pek ilginç. </span>osmandemircihttp://www.blogger.com/profile/15582462861755901081noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-1772734101232264342010-06-11T17:04:00.006+03:002012-02-27T13:29:14.389+02:00Jonsi & Alex Eminönü Konseri<br />
İstanbul'da sıcak kendini yeniden hissettirmeye başlamışken, soğuk diyarlardan gelip bize ıslak bir performans sunan Jonsi ve Alex'ten bahsetmek istiyorum. [Geceden bir kayıt geçti elimize, <a href="http://soundcloud.com/bela-presente/jonsi-alex-morning-line-istanbul">buyrunuz.</a>] Eminönü meydanında gördüğünüz konstrüksiyonun adı The Morning Line, içine yerleştirilmiş hoparlör ve ekranlarla işitsel-görsel bir deneyim sunuyor. Yapının buraya kuruluşunun ardından üç günlük mini bir festival gerçekleşti. Jonsi & Alex de bu festivalin konuklarındandı. Detaylı bilgi için <a href="http://www.istanbul2010.org/HABER/GP_700505">şuraya</a> bakabilirsiniz, ben sadece o geceki hissiyattan bahsedeceğim.<span id="fullpost"><br /><br />Haberi Facebook'tan almış ve 22 Mayıs akşamı merakla Eminönü'ne damlamıştık. Jonsi & Alex ve Sonic Youth'tan Lee Ranaldo'yu bir halk konserinde izleyecek olmak bizim için haliyle çok sıra dışıydı. Hafif yağmur altında yapının önünde üzeri kapalı bir alanda devam eden kokteylimsi ortama girdik. Karşımızda performansların gerçekleşeceği küçük bir sahne, sahnede çeşit çeşit elektronik aygıt ve Mac'ler, onları yağmurdan korumak için plaj şemsiyesi kılıklı yetersiz bir şemsiye vardı. Hadisenin başlaması için yağmurun durması bekleniyordu çünkü sahne dahil her yer su içindeydi. Jonsi ve Alex aramızda geziniyor, yanlarına gidenlerle tanışıyordu.<br /><br />Yağmur dinince konuşmalar silsilesi başladı. Buraları hızlıca geçelim. Sahneye ilk Cevdet Erek çıktı ve The Morning Line'ın içinde çalınması için bestelediği eserinden bölümler sundu. Bizi yapının içine girip sesleri orada dinlemeye yönlendirdi. Bu arada sahnenin önünde, içinde bulunduğumuz alanın etrafı demirlerle çevrilmişti ve insanlar dışarıda bırakılmıştı. Kalabalık haklı olarak buna tepki gösterdi, demir bariyerler olması gerektiği gibi ortadan kaldırıldı.<br /><br />Jonsi & Alex sahneye çıkıp müziklerini icra etmeye başladıkları anda üzerimizde tüm lacivertliğiyle asılı duran yağmur bulutları, o anı bekliyormuş gibi içlerindeki suyu boşaltmaya koyuldu. Karşımızda mahçup tavırlarıyla, küçük hareketlerle müziklerini yapan iki adamın çıkardığı ses, önce hiç durmayan suyun, sonra da ezanın sesiyle birleşti. Herkes şemsiyelerini açmıştı ama yağmur o kadar şiddetliydi ki şemsiyelerin uçlarından akan sularla sırılsıklam olduk. Sahnenin dört yanı insanlarla çevriliydi, sahneyi aşan ışıklar arkadaki insanların yüzlerini aydınlatıyordu. Bir sahneye, bir onların yüz ifadelerine bakıyordum. Giysimin yakasından içeri yağmur suyu damlıyordu, ayaklarımın altında karanlıkta ortaya çıkmış ama kalabalık ve yağmurla can vermiş böcekler vardı, hissettiğim huzurdu.<br /><br />Konser bitiminde yağmur yüzünden Lee Ranaldo'nun sahne alamayacağı bildirildi, böylece şemsiyelerimize sığınıp alanı hala orada duran acayip yapıya bırakarak, şimdi bakınca hayli tuhaf bulduğum bu deneyim üzerine düşünür halde evlere dağıldık. Hayatımıza "Jonsi şapkası" ve "Alex kazağı" nesnelerini katmış olarak.</span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-9256230578838628852010-04-21T20:59:00.007+03:002010-04-21T22:23:40.937+03:00Johnny Flynn<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJQRFhrRntCa7SGTwGdt4z290sAV-UA8hXUhvuZX0wXv40-xJhel-MLPTffStWb4TKFa7_wPnkqxSdncA_NfZQNlb-5ZnduevTCBH21tSoCixTXyK0Z4KLksDxKYNbz-Q0TWCB/s1600/Johnny+Flynn+5.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 231px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJQRFhrRntCa7SGTwGdt4z290sAV-UA8hXUhvuZX0wXv40-xJhel-MLPTffStWb4TKFa7_wPnkqxSdncA_NfZQNlb-5ZnduevTCBH21tSoCixTXyK0Z4KLksDxKYNbz-Q0TWCB/s400/Johnny+Flynn+5.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5462663319694384738" border="0" /></a><br />Mumford & Sons ın dinlemeye başladığım zamanlarda albümünü edindiğim fakat henüz dinlemeye başladığım bir folk müzisyeni Johnny Flynn. İlk önce neden daha önce dinlemedim diye kendime kızdım fakat sonra Mumford and Sons lı günlerimi hatırlayınca şimdi dinlememin iyi olduğuna kanaat getirdim.<span id="fullpost"><br /><br />Johnny Flynn İngiltere'li genç bir müzisyen. Aynı zamanda Johnny Flynn & The Sussex Wit adlı bir de grubu var. "The Box" (2007), "Leftovers" (2008), "Tickle Me Pink" (2008), "Brown Trout Blues" (2008), "Kentucky Pill" (2010) adlı beş tane single ı, "Sweet William" (2009) adlı bir EP si ve 2008 yazında "A Larum" adıyla çıkarmış olduğu ve benim de dinlemiş olduğum bir albümü var. Aslında yeni bir albümü daha var ismi "Been Listening" fakat temmuz 7 de yayınlanacakmış o yüzden onu sonra eklememiz uygun olabilir. Unutmadan "Kentucky Pill" adındaki single ı 30 mayısta yayınlanacak bunu da ekleyelim.<br /><br />Johnny nin müziği çağdaşları olan folk müzisyenlerine benziyor ama bancosu varlığını daha çok hissettiriyor ama ne Mumford and sons gibi baskın bir bluegrass yaptığını ne de tallest man on earth kadar daha blues folk a yakın olduğunu söyleyebilirim. Ama her ikisi arasında eklektik bir yerde duruyor gibi geliyor bana.<br /><br />Dinlediğim albüm olan A Larum oldukça iyi bir albüm 14 şarkıyı da sıkılmadan defalarca dinleyebiliyorsunuz. Açıkcası folk dünyasında benim için parlayan başkaları içinse zaten parlamış bir müzisyen ve yine bunu söylemekte mutluyum ki bu müzisyenden oldukça umutluyum. Albümdeki The Wrote & The Writ parçasına vuruldum. Ama dediğim gibi albümdeki tüm parçalar birbirinden güzel. Dinlemeye başladığınızda şarkıların sizi sarması mümkündür eğer ki böyle yeni folk çalışmalarını dinlemekten zevk alıyorsanız.<br /><br />Bu arada yazıda sürekli Mumford and Sons dan bahsediyorum ki bu da bu yazı içinde çok da tesadüf değil zira Johnny Flynn şu aralar Mumford and Sons ile avrupa turnesinde gerçi kül bulutları dolayısıyla ara verdiler galiba ama turdaşlar yine de. Onları birlikte dinlemek çok isterdim, kıskançlıktan ölüyorum. Son olarak sevgili Johnny Flynn in iki videosunu sona ekliyorum umarım ilginizi çeker. İyi dinlemeler.<br /><br /><object height="300" width="400"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3231118&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3231118&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="300" width="400"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/3231118">Johnny Flynn - The Wrote and the Writ // A Take Away Show</a> from <a href="http://vimeo.com/blogotheque">La Blogotheque</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p><br /><br /><object height="385" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/8I2hzMCiNH4&hl=en_US&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/8I2hzMCiNH4&hl=en_US&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" height="385" width="480"></embed></object></span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-77534358009273132712010-04-21T13:12:00.010+03:002012-02-27T13:29:21.979+02:00Tarmac<br />
Tarmac'la birkaç yıl önce tanışmıştım, bugünlerde kürkçü dükkanına döner gibi L'Atelier albümlerine takıldım ve orada ilk dinleyişimde farkına varmadığım bir lezzet buldum. Louise Attaque'ın 2001'de -dağılması değil- ara vermesinden sonra grubun solisti Gaëtan Roussel ve kemancısı Arnaud Samuel, Tarmac'ı kuruyor. Üç yıl sonra, 2004'te Louise Attaque kaldığı yerden devam ederken bu sefer Tarmac askıya alınıyor.<span id="fullpost"><br /><br />İkilinin ilk albümü L'Atelier (2001) favorim. Etkileyiciliğini yalınlığı ve samimiyet hissinden alıyor. Karşılıklı dans etme isteğinden, aşktan, unutuluştan, kişinin kendisiyle meselelerinden, dünyada yer bulabilme çabasından bahsederken politik de olan şarkıları var. Fransızcanın (bazı şarkılarda buna İspanyolca da ekleniyor) göz ardı edemediğim fonetik çekiciliği, müziğin tesirini artırıyor. Örneğin aşağıda verdiğim Dis-moi C'est Quand, göz pınarlarımı içeriden gıdıklıyor ne zamandır.<br /><br />Daha sonra Joseph Dahan, Philippe Almosnino ve Yvo Abadi'nin gruba katılmasının doğal sonucu olarak işe davul, bas gitar, saksafon, bilgisayar, geri vokaller dahil oluyor. İkinci albüm Notre Epoque'ta (2003) enstrümantal şarkılar artıyor, işlenen temalar değişmese de müzikal açıdan ilk albümden oldukça farklı. Müzisyenlerle yüz yüze olma hissinin yerini prodüksiyonun verdiği "Evet, ben stüdyoda kaydedilmiş bir albüm dinliyorum" bilinci alıyor. Bu kişisel tercihlerinize göre olumlu ya da olumsuz bir durum olabilir tabii. Grubun daha çok dikkat çekmesini sağladığıysa yadsınamaz. Not edelim, albüme adını veren Notre Epoque'ta Walt Whitman'ın <span style="font-style: italic;">Once I Pass'd Through A Populous City</span> şiiri, Chaque Ville'de ise yine Whitman'dan <span style="font-style: italic;">Salut Au Monde</span> alıntılanıyor.<br /><br />Bir de konser albümleri Concert Au Réservoir var ki henüz dinlemedim. Söyleyeceklerim işte bu kadar, kendileri anlatsınlar meramlarını. Adam gibi fotoğrafları da yok, albüm kapağıyla idare.<br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/04%20-%20Dis-moi%20cest%20quand.mp3">Dis-moi C'est Quand</a><br /></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-31955135435953448402010-04-17T15:47:00.008+03:002010-04-18T16:52:26.167+03:00Seasick Steve<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHHsA32chuadHmE1orILyRJOc9cwCgNFZ1sxKe-bI28ywQiUKhZ7f72byXA3GtO8jplcb29OKgPYOiLsUkK2r16C_Dxfjiqigd9Jdrmt7MYrupwCERJO7MplN-6lL59O7uvgWu/s1600/Seasick+Steve+seasicksteve1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 214px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHHsA32chuadHmE1orILyRJOc9cwCgNFZ1sxKe-bI28ywQiUKhZ7f72byXA3GtO8jplcb29OKgPYOiLsUkK2r16C_Dxfjiqigd9Jdrmt7MYrupwCERJO7MplN-6lL59O7uvgWu/s320/Seasick+Steve+seasicksteve1.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5461095471902771426" border="0" /></a><br />Uzunca bir süreden beri bırakın yeni albüm dinlemeyi, müzik bile dinlemeye vaktimin olmadığı şu günlerde bu yazıyı yazmayı kendime bir borç bilirim. Az önceki cümlemden de anladığınız üzere insanoğlunun başbelası olan "çalışmak" isimli mevzuyla meşgulum. Bu sabah bilgisayarımı açtığımda indirilecekler listesinin başında duran "seasick steve" isimli birşeyle karşılaştım. <span id="fullpost">Birşey diyorum çünkü aldığım bu notun müzik mi? film mi? ne olduğunu unutmuşum. Kısa bir araştırmadan sonra anladım ki, bahsi geçen şey, Oakland, California'dan blues country müzisyeni Seasick Steve'in ta kendisi. Kendisini "şarkı ve dans adamı" diye adlandıran SS'in "Dog house music" isimli albümü başlar başlamaz Orta Amerika esintilerini de beraberinde getirdi ve albümün sonuna kadar da öyle devam etti. 3 telli gitarı, Mississippi drum machine adını verdiği ve perküsyon niyetine kullandığı tahta kutusu ve bir adet çatallı sesiyle, bence Türkçe'deki "az ama öz" söz öbeğine tekabul ediyor. Blues country sevenlere tavsiye edilir.<br /><br /><object width="480" height="385"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/zi_0k3hzNS4&hl=en_US&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/zi_0k3hzNS4&hl=en_US&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="385"></embed></object><br /></span>osmandemircihttp://www.blogger.com/profile/15582462861755901081noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-78267331923044623922010-04-17T11:41:00.009+03:002010-04-18T16:55:00.635+03:00The Morning Benders<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://userserve-ak.last.fm/serve/_/42576381/The+Morning+Benders+morningbenders.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 213px;" src="http://userserve-ak.last.fm/serve/_/42576381/The+Morning+Benders+morningbenders.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Merhaba. Bir itirafla başlayacağım; şuraya yazmak istediğim çok grup var, buna rağmen böyle az yazmamın sebebi yazdıklarımdan tatmin olmamam. Gruplarla ilgili bilgi vermenin ötesinde, müziklerinin bana hissettirdiklerini aktarmaya çalışıyorum ama duygularımı yazılı hale getirmekte zorlanıyorum çoğu zaman. Okuması zevkli bir şey ortaya çıksın istiyorum, beceremediğimi düşünüyorum.<span id="fullpost"> Diğer yandan yazmadan durmak da istemiyorum. Bu yüzden artık daha fazla yazmaya, aklımdakileri tam olarak aktaramasam bile vazgeçmemeye karar verdim.<br /><br />Bu kişisel açıklamalardan sonra, bir Cumartesi sabahı bilgisayar başında içimi ısıtan ve heyecanlanmama sebep olan The Morning Benders'a gelelim. Berkeley, California menşeli indie grubu 2005'te kurulmuş. Alışık olduğumuz gitar, bas, davul, klavye ve vokal formülasyonuna sahip. Talking Through Tin Cans (2008) ve Big Echo (2010) adında iki albümleri var. Ben de son albümleriyle keşfettim onları. Grizzly Bear'den Chris Taylor'ın prodüktörlüğünü yaptığı, 39 dakikalık bir güzellik.<br /><br />Müziklerini dinlediğimde hissettiklerim, <a href="http://www.thebaybridged.com/wp-content/uploads/2010/01/Big-Echo-cover.jpg">albümün kapağıyla</a> örtüşüyor. Okyanusun kıyısında dalga sesi, deriye yapışan kum, yakmayan güneş, belki hafif rüzgar. Tatlı bir uyuşukluk hali, kulaktan yayılan huzur. Fısıldayan vokaller, ahenkli korolar, derin yankılı gitarlar, albüme sinmiş yaz sakinliği, yazlık kafası. Hele yılın bu zamanında o kadar iyi gidiyor ki. Camdan giren bahar havasına karışıp kendimi iyi hissettiriyor. Neşeleniyorum falan. Balkona çıkıp gerinmek istiyorum.<br /><br />Belki size de benzer şeyler hissettirir The Morning Benders. Hemen bir şans verebilirsiniz. Aşağıdaki videoda San Francisco'dan arkadaşlarıyla birlikte Big Echo'nun açılış şarkısı Excuses'ı çalıyorlar.<br /><br /><object width="500" height="385"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/7jgmgE-QDzA&hl=en_US&fs=1&rel=0"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/7jgmgE-QDzA&hl=en_US&fs=1&rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="500" height="385"></embed></object><br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/04%20Cold%20War%20%28Nice%20Clean%20Fight%29.mp3">The Morning Benders - Cold War (Nice Clean Fight)</a><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/08%20All%20Day%20Daylight.mp3">The Morning Benders - All Day Daylight</a><br /></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-52219369364699411852010-03-30T23:03:00.008+03:002010-04-18T16:55:36.115+03:00The Tallest Children On Earth<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgR9FBdfS_pNjL9jkDXvC-ahr3nO4uSLvk4YkD5JkM65SZdj89n-i-w03HpUEHGxYHtsONwpTcvSnjdoK2bY3uTUcvcpG52i6wXQIOrL9Vfewnx-bFcyrDpKd36ghT8fEtrI-OP/s1600/23567_419597824072_646809072_5085823_6226668_n.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 212px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgR9FBdfS_pNjL9jkDXvC-ahr3nO4uSLvk4YkD5JkM65SZdj89n-i-w03HpUEHGxYHtsONwpTcvSnjdoK2bY3uTUcvcpG52i6wXQIOrL9Vfewnx-bFcyrDpKd36ghT8fEtrI-OP/s320/23567_419597824072_646809072_5085823_6226668_n.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454533023885582962" border="0" /></a><br />Oturmuş yarın ki sınavıma çalışıyorum. Önceden belirli düzenler, tüm bilgimi eksik olmasının yanında bir hafızadan ibaret olmasıyla ilgili milyonlarca kelimenin yer değişimininin arkasındaki gizli sırı bilememek vs. tüm bunlara karşılık aklımın kaçış planı: konser yazısı yazmak.<span id="fullpost"><br /><br />25 mart yer indigo, İstiklal'in arka sokakları ve İstanbul'dayız. The Tallest Man on Earth u bekliyoruz. Konser heycanım Kristian Matsson dinleme heycanımın üstünde seyrediyor. Nasıl cesaret edebildiğime hala şaşırmakla birlikte konseri açan dj oluyorum. Seçtiğim şarkı, müzik, grup vs beğenen insanları görmek beni cesaretlendirirken heycanımla boğuşmamı zorlaştırıyor. Kafam karışıyor mikserin yüksekliğinden ayaklarıma kramplar giriyor, son zamanlarda sevemediğim birayı soluk almak için yudumluyorum, gözlerim artık birsey görmüyor. Bir an önce tallest ı dinlemek istiyorum. Oak ın sahneyi alması beni biraz rahatlatıyor. Sonra Tallest çıkmadan önce tekrar cdlerimin başına geçeceğimin gerceği beni şuursuz bir hala sokuyor. O arada çaldığım şarkıları nasıl ve hangi sırayla seçtiğim meçhul ama Tallest sahneye çıkmadan önce yanıma gelip elimi sıkıp benimle tanışınca ve iyi çaldığımı söyleyince ayaklarıma giren krampların heycandan olduğunu anlıyorum.<br /><br />Kristian Matsson nam-ı diğer The Tallest Man On Earth sahneye çıkıyor. Selamını verip The Wild Hunt la başlıyor. Önlere geçiyorum, gürültülü ve sevimsiz kalabalık yine de biraz dayanıyorum: The Gardener, I won't be found, Shallow Graves, Pistol Dreams dinliyorum. Öndeki topluluk yordu. Kardeşim keşke yanımda olsa diyorum. Yukarı çıkıp konseri yandan izliyorum bar önü idare ediyorum. You're going back, Troubles will be gone, King of spain ve Amanda Bergman la söyledikleri parçayı dinliyorum şuan aklıma gelenler. Arada önüme doğru yaklaşan Kristian 'a These Days diye bağırıyorum. Yanıma gelip elimi sıkıyor tekrar tanışıyoruz zevklerimizin aynı olduğunu söylüyor. Sonra konseri bitiriyor derken geri dönüp gitarı alıp yanıma gelip These Days i çalmaya başlıyor. Heycanlıyım neden o şarkıyı istediğimi hatırlayamıyorum bir süre sonra kardeşim aklıma geliyor.<br /><br />Tüm bu anlatıklarımla birlikte Kristian hayal ettiğimden sevimli, sıcak kanlı bir insan çıkıyor. Topluluğun kimi saçamalıklarının üstesinden yaptığı espirilerle geliyor, zeki buluyorum. Konserden sonra yanına gidiyorum hiç beklemediğim bir sürü güzel şey söylüyor. Tüm konserlerinde dj olabilme garantisini veriyor, gülüyorum. Çok şaşkınım. Birden ne kadar yorulduğumun farkına varıyorum ve çok doluyum, unutmamak için sürekli düşünüyorum o anların bazılarını. Çaldığım parçalardan özellikle Mumford & Sons (daha önce onlarla ilgili yazı yazmıştım), Deer Tick ve Dock Bogs dinlemek onu çok mutlu etmiş bunu öğreniyorum. Hatırladıklarım bunlar.<br /><br />Şimdi felsefi problemlerin içine gömülmeden önce güzel bir hatıra olan o geceden Berk Çakmakçı'nın nam-ı diğer I Create Soundscapes in yüklediği videoyu sona ekliyorum. umarım bir sorun teşkil etmez ve konser sırasında fotograf çeken arkadaşım Artemis Günebakanlı'nın yani manyetikbantın çektiği bir fotografı da başlığın altına koyuyorum. Son olarak bu yazdığım yazı konserin bir kısmıydı tam bir yazı yazabileceğimi de sanmıyorum umarım az da olsa birşeyler hatırlatır.<br /><br /><object width="400" height="300"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=10524625&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=10524625&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" width="400" height="300"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/10524625">The Tallest Man On Earth "The Gardener"</a> from <a href="http://vimeo.com/user407394">Berk Cakmakci</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p><br /><br /></span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-72071038465306355502010-02-25T18:33:00.007+02:002010-04-18T16:56:09.151+03:00The Greenhornes<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://userserve-ak.last.fm/serve/500/238011/The+Greenhornes.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 241px;" src="http://userserve-ak.last.fm/serve/500/238011/The+Greenhornes.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Bugün sıkıntıdan ne yapacağımı bilemezken, aklımın bir köşesinde "yazılır ki bu" etiketiyle bekleyen gruplardan birine el atmaya karar verdim. Size Cincinnati, Ohio'lu garage rock grubu The Greenhornes'tan bahsedeceğim. Vokal ve elektrogitarda Craig Fox, basta Jack Lawrence ve davulda Patrick Keeler'dan oluşan grup (son iki isim The Raconteurs'te de çalıyor), 60'ların sesini duyuruyor.<span id="fullpost"><br /><br />1996'da "Us And Them" adıyla lise grubu olarak kurulmuş ve ilk single'larını 1998'de yayımlamışlar. Ertesi yıl da ilk uzunçalarları Gun For You çıkmış. Bunu 2001'de The Greenhornes, 2002'de Dual Mono ve 2005'te East Grand Blues EP'si izlemiş. Holly Golightly ile ortak çalışmaları There Is An End, Jim Jarmusch'ın 2005 yapımı filmi Broken Flowers'ta yer almış. Bir süredir dinlediğim albümleri Sewed Soles, önceki albümlerinden bazı parçaların eski kayıtlarıyla birlikte yeni şarkılar da içeriyor ve grupla tanışmak için uygun.<br /><br />Sewed Soles daha açılış parçası It's Not Real'da yakaladı beni. Bu pekala bir The Kinks şarkısı da olabilirdi. Albümde ilerledikçe garage rock'ın ham soundu, pürüzlü ve arada blues'a meyleden vokaller, gıcırtılı ve ağlayan gitarlar ve saf enerjiyle sarıldım. Gözlerimi kapasam kendimi lezzetli bir Amerikan filmi klişesinde, bir mezuniyet balosunda sahnedeki takım elbiseli çocukların müziğiyle eteklerimi uçurarak dans ederken bulabilirdim. Çok fazla şey çağrıştıran bir müzik bu. Sizi Sewed Soles'tan iki şarkı ve bir videoyla başbaşa bırakıyorum. Tanışın, kaynaşın.<br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/03%20Lies.mp3">Lies</a><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/16%20Stay%20Away%20Girl.mp3">Stay Away Girl</a><br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/SXpYZq8JE1I&hl=en_US&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/SXpYZq8JE1I&hl=en_US&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-57936442201515426442010-02-14T14:57:00.009+02:002010-04-18T16:56:46.034+03:00Blind Pilot<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgw6oxNL7-o7RktanizTMOTGRw2DaGGMbUfTLA8QrCQZfJH58IhN-Fpx_R_FCbxVcaAaJBNhyphenhyphenjJqySF88Bm4g7lVHSY3PDcSx-Qc1z4KQujXJsPLY1yngS4NDwL2i2oxV1sx_wm/s1600-h/Blind+Pilot++bikes.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 237px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgw6oxNL7-o7RktanizTMOTGRw2DaGGMbUfTLA8QrCQZfJH58IhN-Fpx_R_FCbxVcaAaJBNhyphenhyphenjJqySF88Bm4g7lVHSY3PDcSx-Qc1z4KQujXJsPLY1yngS4NDwL2i2oxV1sx_wm/s400/Blind+Pilot++bikes.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5438091253969358258" border="0" /></a><br />Uzun süredir birşeyler yazmak için dinlediğim grupları sıraya koyuyordum ve yazmaya başlıyordum ama sonunu getiremiyordum bir türlü yazıların. Blind Pilot yazmak için listelediğim gruplardan değildi ama dinlemeye başlayınca kendiliğinden oluverdi, yazmak o kadar da zor gelmedi.<span id="fullpost">Blind Pilot, Portland Oregon'lu bir grup (Tesadüf:Nurses grubunun da olduğu gibi). Grubumuzu Israel Nebeker (vokal-gitar) ve Ryan Dobrowski (davul) oluşturuyor. Blind Pilot ikilisi ilk turlarını bisikletlerine atlayıp Batı Yakasını gezerek yapmışlar. Bu bisikletli müzik turlarını ilk ikisi Vancouver'dan Meksika sınırına kadar olacakmış ve fakat bisikletleri San Francisco Modern Sanatlar Müzesi'nin önünde çaldırmışlar ve tur kısa sürmüş.Israel daha sonra bisikletini Craigslist'te satılık olarak görmüş ve yaklaışık 50 dolara geri almış ama Ryan için yazık olmuş tabi. Daha sonra gruba yeni müzisyenler de katılmış ve grup turlara altı kişi olarak bir minibüsle devam etmişler. <br /><br />Bisikleti çok seven bu grubun müziğinden bahsetmem gerekirse indie olarak nitelendirebilirsiniz ama folk esintileri olmadığını söyleyemem nitekim 2008 de "3 Rounds and a Sound" albümleri yayınladıktan sonra 2009 yılında yayınladıkları EP' lerinde Gillian Welch'in "Look At Miss Ohio" parçasını bir de coverı bulunmakta ve albüm iTunes üzerinden yayınlanmış. Grubun single ı olan"Go on Say it" Temmuz 2008 de haftanın single ı secilmiş ve 3 Rounds and a Sound adlı albümleri ise Billboard Top Digital Albums sıralamsında 13. olmuş. Albümdeki "Oviedo" ve "The Story I Heard" parçaları favorimdir. Açıkcası ben bu gruptan çok umutluyum başka güzel çalışmalar da yapacaklarını düşünüyorum eğer siz de bir yerlerde rastlarsanız dinlemelisiniz diyorum. İlginizi çekebilir düşüncesiyle "Go on Say it" in resmi videosu ekliyorum, iyi dinlemeler.<br /><br /><br /><object width="400" height="300"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=5580872&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=ffffff&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=5580872&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=ffffff&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" width="400" height="300"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/5580872">Blind Pilot "Go On, Say It"</a> from <a href="http://vimeo.com/teamg">Team G</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p> </span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-23094753422300293182010-01-23T15:46:00.005+02:002010-04-17T13:38:38.579+03:00Nurses<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://userserve-ak.last.fm/serve/500/40672367/Nurses+dead+oceans+promo+by+nilina+ma.png"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 267px;" src="http://userserve-ak.last.fm/serve/500/40672367/Nurses+dead+oceans+promo+by+nilina+ma.png" alt="" border="0" /></a><br />2010'daki ilk yazım yukarıda gördüğünüz adamlar üzerine olacak. Kendileri Portland Oregon'dan James Mitchell, John Bowers ve Aaron Chapman; yani Nurses. Gitar, keyboard, piyano, elektronik edevat ve vurmalılarla çok tatlı bir müzik yapıyorlar. Bunu deneysel folk olarak adlandıran var, pyschedelic pop diyen var, siz karar verin. Grubu kuran Aaron ve John vokalleri paylaşıyor, James ise vurmalılardan sorumlu.<span id="fullpost"><br /><br />Aaron ve John ortaokuldan beri arkadaşlar. Birlikte müzik yapmaya başladıktan sonra Idaho'dan California'ya, oradan da Chicago'ya taşınmışlar ve sonunda Portland'da karar kılmışlar. James de gruba burada katılmış. İlk albümleri "Hangin' Nothin' But Our Hands Down" 2007'de, Portland'a gelmeden önce yayımlanmış. Indie'ye yakın duruyor. Asıl dikkat çeken işleri geçen yıl Dead Oceans'tan çıkan "Apple's Acre". Bu albümde müziklerinin olgunlaşıp bir kimlik kazandığı açıkça görülüyor. Kendileri de artık geleneksel rock'n roll enstrümanları dışında farklı şeylerle denemeler yapmak istediklerini belirtiyorlar.<br /><br />Nurses şarkıları bana şehrin değil, fotoğrafta gördüğünüz gibi ağaçlı bir yerlerin havasını hissettiriyor, belki de bu yüzden onları dinlemek huzur verici. Aaron ve John'un birbirine dolanan ahenkli vokallerinin sakinleştirici bir etkisi var. Geri plandaki vurmalılarla birleşip sizi bir nevi transa sokarak farkında olmadan sağa sola sallanmanızı sağlıyorlar. Bazı şarkılar arasındaki geçişleri fark etmiyorsunuz bile. Apple's Acre'i bir solukta bitirebilirsiniz. Grup üyeleri, albümün görsel yönünün güçlü olduğunu ve konserlerde müziklerine eşlik edecek görseller kullanmayı düşündüklerini, konserlerini bir multimedya deneyimine dönüştürmek istediklerini söylüyorlar.<br /><br />Nurses'le tanışmak için sizi aşağıdaki videoya davet ediyorum. <a href="http://www.myspace.com/nurses">Myspace sayfaları</a> dışında takip edebileceğiniz bir de <a href="http://rockymountainsteam.blogspot.com/">blogları</a> var.<br /><br /><object height="220" width="400"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=7236849&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=7236849&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="220" width="400"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/7236849">Art In The Age Presents... Nurses "Manatarms" In-Store Performance</a> from <a href="http://vimeo.com/artintheage">Art In The Age</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-35807779755720549622009-12-01T14:31:00.014+02:002009-12-22T13:19:06.173+02:00Ramona Falls - Intuit<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://tobeginwitheverything.files.wordpress.com/2009/08/ramona-falls.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 321px; height: 314px;" src="http://tobeginwitheverything.files.wordpress.com/2009/08/ramona-falls.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Bir ayı geçen sessizliği Menomena'dan Brent Knopf'un solo projesi Ramona Falls'la bozalım. Menomena'nın yeni albümünün kayıtları gecikince Brent Knopf, elindeki Menomena-dışı materyali bir albüme dönüştürmek için Portland ve New York çevresindeki 35 müzisyen dostuyla işbirliğine gitmiş.<span id="fullpost"> Onları ziyaret edip birlikte kayıtlar yapmış ve Intuit'i ortaya çıkarmış.<br /><br /><a href="http://comeonchemicalsblog.blogspot.com/2009/05/interview-brent-knopf-of-menomenaramona.html">Dediğine göre</a> albümün yüzde sekseni kendi planladığı şekilde, yüzde yirmisi de bu müzisyenlerin doğaçlamalarıyla oluşmuş. Ramona Falls adı, Knopf'un çocukken yürüyüş yapmaya gittiği Mount Hood yakınlarındaki şelaleden geliyor. Knopf'un hem yumuşak hem güçlü olabilen sesi ve akustik gitar albümün atmosferinde belirleyici olurken, keyboard ve elektrogitar şarkılara dramatik bir etki katarak onları farklılaştırıyor. Ramona Falls'un müziğinde en çok hoşuma giden şey bu. Şarkılar boyunca ara sıra yükselen bir keyboard, bir elektrogitar tınısı veya etkileyici bir geri vokal. Sakin ve yoğun bir müzik oluşturacak şekilde yerleştirilmişler.<br /><br />Albümden çıkan ilk single I Say Fever, çok iyi bir <a href="http://www.youtube.com/watch?v=6eqZHvpAbss">videoya</a> sahip. Albümün geneliyle ilgili fikir verebilecek iki şarkıyı da aşağıdan dinleyebilirsiniz. Bir aydır zevkle dinlediğim bu albümü kulaklarını güzel müzikle dinlendirmek isteyenlere tavsiye ederim.<br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/04%20russia.mp3">Russia</a><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/05%20going%20once%2C%20going%20twice.mp3">Going Once, Going Twice</a> <br /></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-40456082926028911972009-10-18T18:06:00.004+03:002009-10-18T21:23:23.748+03:00Pearl Jam - Backspacer<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://larryfire.files.wordpress.com/2009/08/backspacer-cover1.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 318px; height: 329px;" src="http://larryfire.files.wordpress.com/2009/08/backspacer-cover1.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Her yeni Pearl Jam albümü, benim için bir sınav gibi. Hayatımda özel bir yere sahip olmaları, albümlerini değerlendirmemi zorlaştırıyor. Bir yandan heyecan, bir yandan hayal kırıklığına uğrama stresi. Yine de "Beğenmedim" dememi engelleyecek kadar kör edici bir fanatiklik içinde değilim.<span id="fullpost"><br /><br />Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki grubun 9. stüdyo albümü Backspacer'ı beğenmek için Pearl Jam fanatiği olmaya gerek yok. Albümün buna ihtiyacı yok. Pearl Jam'in 90'lara geri dönmesini ya da grunge'ın dirilmesini kimse beklemiyor, böyle bir vaat de yok zaten. Elimizdeki 37 dakikalık, enerjik, derinlikli ve Amerikalı bir rock albümü. Grubun üzerindeki etkiler (Buzzcocks, Ramones, The Who, Bruce Springsteen, zaman zaman country) açıkça görülüyor.<br /><br />İlk üç şarkı; Gonna See My Friend, Got Some ve ilk single The Fixer, hızlı ve iyi bir başlangıç oluşturuyor. Üçü de bir ağızdan söylenebilecek konser parçaları. Johnny Guitar'ı dinlerken artık biraz yavaşlamak istiyorum ve Just Breathe yetişiyor. Tam bir Into The Wild şarkısı (filmin soundtrackinin Eddie Vedder'a ait olduğunu hatırlatayım). Ardından gelen Amongst The Waves ise derin bir nefes aldırıp gerçekten Pearl Jam'i dinlediğimi hissettiriyor ve çektiğim gitar solosu özlemini bitiriyor. Onu kovalayan Unthought Known ile birleşip albümün bence doruğunu oluşturuyor. Hız tutkusunun bir diğer ürünü olan Supersonic, şu güzel ortamı bozar gibi. Speed Of Sound pek iz bırakmadan geçse de Force Of Nature ve The End, albümü başarıyla kapatıyor.<br /><br />İlk şarkıların koşan temposu, sonraki sakinleşmeyle dengeleniyor. Aksi halde monotonluğa düşebilirmiş albüm. Bu haliyle Pearl Jam'in ölmediğinin kanıtı. Yield sonrası albümler içinde bakıldığında hayli başarılı. Toplamda derli toplu, iyi bir rock albümü.</span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-1069472385095318122009-10-03T19:30:00.009+03:002009-10-03T21:43:14.490+03:00Timber Timbre<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQDox1R0aRq33tdL372Saf8S1byF0_XGj1iH5SDKreBslaTjc7dOZWMJnRlCFOCwkTwjBSQGi7uRQIMoG3idWhtEVnPT02h83iDhF0lAAin5uFsRiGAMhtKHZwhK7DID4nIqX7/s1600-h/Timber+Timbre+l_6cef2423987d4833b47b423c7b2b.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 318px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQDox1R0aRq33tdL372Saf8S1byF0_XGj1iH5SDKreBslaTjc7dOZWMJnRlCFOCwkTwjBSQGi7uRQIMoG3idWhtEVnPT02h83iDhF0lAAin5uFsRiGAMhtKHZwhK7DID4nIqX7/s320/Timber+Timbre+l_6cef2423987d4833b47b423c7b2b.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5388434042563497218" border="0" /></a><br /><br />Uzun süredir Timber Timbre yazısı yazmayı düşünüyordum ki beklemekten ve yazmayı düşünmekten yorulmuş bir zihinle eyleme geçmeye karar verdim. Belki de söyleyecek çok şeyim var ve hepsini bir araya getirmeye korkuyorum ama bir yerden de başlamak lazım. <span id="fullpost"><br /><br />Timber Timbre Kanada/ Ontorio dan Taylor Kirk un projesi. Taylor Kirk çoçukluk yılla</span><span id="fullpost">rında babasının aldığı davulu çalarak müzikle uğraşmaya başlamış, gitarla birlikte rock n roll u benimsemiş ve şuanki müziğine etkisi olan OACD de film okumuş ve tüm bunlarla bugünkü müziğini oluşturmuş diyebilirim. Out of Sparks dan çıkardığı Cedar Shakes (2006) ve Medicinals (2007) albümlerinden sonra bu yıl Arts & Crafts dan çıkardığı Timber Timbre albümüyle dikkatleri üzerine çekmiş olduğunu belirtmem gerekir. Bu arada küçük bir bilgi son albümünün çıkardığı plak şirketi Great Lake Swimmers gibi Kanadalı başka önemli gruplarında çalıştığı bir şirkettir ve bu da daha çok kitleye ulaşmasında etkili olmuştur şüphesiz. Bu son albümünün şöyle önemli bir özelliği daha var o da bu yıl bir çok önemli müzisyene de verilen Polaris Music Prize almayı hak kazanan albümlerden biri olmasıdır.<br /></span><br /><span id="fullpost">Timber Timbre müziğine gelirsem ilk çalışmaları daha deneysel ya da freak folk a daha yakın farklı bir şeyler yapıyorum izlenimi veriyor. Oh Messiah adlı parça klibi de mevcuttur ki bu ilk çalışmaları için iyi bir örnektir. Son albümü ise bence bir baş yapıt. Demon Host, Trouble Comes Knocking ve diğerleri oldukça güçlü şarkılar. Müziğindeki bassları, davulları ve vokalini- sesini kullanma şeklini oldukça iyi buluyorum. Bana kalırsa blues-folk un en iyi örneği. Vokali için "ben soul ya da blues söylemeye çalışan beyaz bir adam değilim" diyerek aslında kendisinden de birşeyler kattığını söylemeye çalışıyor. Bunların dışında sinematik özelliğine gelirsek ki bu da parçalarında yarattığı atmosferden ileri gelir ve sözleri de bunu sağlar. Bunun için son albümdeki "Lay Down In The Tall Grass" adlı parçanın sözlerini örnek olarak verebilirim ki kendisi de bir röportajında bu durumu yine bu örnekle dile getiriyor:<br /><br />“I dreamt you found me out in a field/You tripped over my site / and you dug me out of this shallow grave / with your Swiss Army knife. / And only you could revive me, so badly decomposed; / I was born white, dry and scaly / but you still took me home.”<br /></span><br /><span id="fullpost">Nefis karanlık, sofistike, hayret ettirici, hayranlık uyandırıcı bir müziği var. Son olarak kendisini folk şarkıcısı olarak nitelendiren Kirk un son projesi ise Bo Diddley ve Chuck Perry in kanına bürünüp geleneksel rock n roll kaydı yapmakmış. Bunun için de daha önce üzerlerine yazı yazdığım bir Bruce Peninsula elemanı olan arkadaşı Matt Cully ile biraraya geleceklermiş. Merakla bekliyorum ve henüz tanışmadıysanız eklediğim videoyu mutlaka izleyip dinlemelisiniz.<br /><br />http://www.myspace.com/timbertimbre<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/-Tfw8SqeFEE&hl=en&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/-Tfw8SqeFEE&hl=en&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /><br />not: 7 Ekim çarşamba altıkırkbeş lokalde folk ve folk un içinde olduğu farklı türlerden oluşan müzikleri çaldığım dj performansım olucak ilgilenenleri beklerim, bekliyorum, gelin. Afiş için manyetikbant a teşekkür ediyorum.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEji52QnVgi4vXLzi3oMAPIOeU-fP_9b6BzAeY2N9hxOJmfjlUuf0QP-culSKchVW4xz9hdswnXzxQD5ObwKdpy3BfBvLt0ud_ZhaicbPeomJx2J0BidpmCk6aj7QicgpuoZZRw8/s1600-h/m%C3%BCgeafi%C5%9F+copy.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 142px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEji52QnVgi4vXLzi3oMAPIOeU-fP_9b6BzAeY2N9hxOJmfjlUuf0QP-culSKchVW4xz9hdswnXzxQD5ObwKdpy3BfBvLt0ud_ZhaicbPeomJx2J0BidpmCk6aj7QicgpuoZZRw8/s200/m%C3%BCgeafi%C5%9F+copy.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5388438760965286450" border="0" /></a> </span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-70065355164847565322009-09-29T19:46:00.009+03:002009-09-29T21:15:04.225+03:00Alice In Chains - Black Gives Way To Blue<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaKPUUkVzC1JwUtnTSMoWU1_Upf0iGsIQ0mZiHO53isrWFdZ5KHWS_GclBnMSitLJa3Q8JJlVjHpDn8Ngd678uFJo62uVYq4nIhQ4fPD3T2s2JzZ7DUMVCaN3EQtJD0oQty9V0/s1600-h/aic.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 259px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaKPUUkVzC1JwUtnTSMoWU1_Upf0iGsIQ0mZiHO53isrWFdZ5KHWS_GclBnMSitLJa3Q8JJlVjHpDn8Ngd678uFJo62uVYq4nIhQ4fPD3T2s2JzZ7DUMVCaN3EQtJD0oQty9V0/s320/aic.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5386950643682063954" border="0" /></a><br />Gruplarda eleman değişikliklerinden sonra çıkan yeni albümlerde her zaman yeni müzisyenin gruba neler kattığına dikkat ederim. Ancak bu albümde öyle yapmayacağım. Çünkü Alice in Chains son albümü çıkaralı neredeyse 15 sene olmuş. Çok sevgili abimiz, Layne Staley 2002 yılında bu dünyadan ayrılmış ve doksanların sonuyla birlikte grunge, üzülerek söylemek gerekirse ,vefat etmiştir. <span id="fullpost">Bu haliyle ele alındığında 2009 yılında çıkan bu albümü diğer re-united ya da eleman değişikliği sonrası albümlerle aynı kefeye koymayı pek doğru bulmuyorum.<br /><br />Her eleman değişikliğinden sonra yapılan "eski adam daha iyiydi, yok bu yeni herif daha iyi olmuş, grup kendini çok bozmuş" gibi sonuçsuz yorum çılgınlığına son vermek için Jerry Cantrell gitmiş Layne'nin bonus saçlı versiyonunu tutmuş ve vokale koyuvermiş, adını da William Duvall koymuş. Kanaatimce çok da iyi yapmış. Öyle ki, bu kadar uzun ara vermiş bir grubun başına alakasız bir adam getirmek, dirilme belirtileri gösteren bu canavarı ebediyen mezara da sokabilirdi. William Duvall açısından bakarsak ise durum biraz karışık; Öyle ki, birçokları ona, Layne Staley'i taklit ediyor gözüyle bakabilir, hatta adamın kendine özgü bişey yapmadığı da iddia edilebilir. Ancak Layne'nin ardından bir gruba gelmek ve sırıtmadan albümü kotarmak da kolay iş değildir. Bu hususta kendisini tebrik etmek gerekir. Kaldı ki, ölen efsanevi bir vokalist ardından ondan daha iyisini bile getirseniz pek fayda getirmeyecektir.<br /><br />Grubun geri kalanı ise sanki dondurulmuş da yeni çözülmüş gibi. Özellikle Jerry Cantrell'de hiçbir değişim yok. Dostum o "check my brain"deki riff nasıl birşeydir öyle? Uzun uğraşlarımdan sonra bu riffi gözü dönmüş bir Alman panzer tankına benzettim.<br /><br />Albüme gelicek olursak William Duvall'ınkine benzer bir akıbeti olacak sanırım. "Dirt"le "Facelift"le karşılaştıranlar olacak. Bence gayet başarılı bir albüm. Çıkış parçası "check my brain" "last of my kind" "your decision" gibi parçalar ilk dinleyişte göze çarpanlar. Bence AIC bu albümü 2000'lerin başında çıkarsaydı daha iyi ederdi ama kısmet bu yılaymış der yazımı bir maniyle bitirmek isterim.<br /><br />Sandalyede oturarak dans edilmez<br />Seattle'lı adam timbaland ayakkabı giymez<br />Hareketlerine dikkat et chris!<br />Layne Staley seni affetmez<br /><br />Not: 1 ekim'de Kadıköy 6 45 local'de endüstriyel rock gecesinde, üzerinize afiyet dj'lik yapacağım. İlgilenenleri beklerim.<br /></span>osmandemircihttp://www.blogger.com/profile/15582462861755901081noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-50839254939852266602009-09-25T13:50:00.009+03:002009-09-25T19:08:36.546+03:00Mumford & Sons<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmZdjq5YHWCrsdOTofN9QdfoDD_b9A7B7epU2Zo-6mTvygVfyAJGr_vqAq5uXbNEbIxcSiimDr-5OyJQ7RiVGhRHZZuZ8YojELc_hMybDBf0cP5Q88yqpWMfqPGsd6X6lboDs7/s1600-h/Mumford++Sons+n35370633792_1026379_4548.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 318px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmZdjq5YHWCrsdOTofN9QdfoDD_b9A7B7epU2Zo-6mTvygVfyAJGr_vqAq5uXbNEbIxcSiimDr-5OyJQ7RiVGhRHZZuZ8YojELc_hMybDBf0cP5Q88yqpWMfqPGsd6X6lboDs7/s320/Mumford++Sons+n35370633792_1026379_4548.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5385366794961080530" /></a><br />Mumford & Sons dinlemeye yeni başladım sayılır fakat onlar hakkında yazı yazmaya karar vermemiştim ki onlar üzerine yazılan yazıları ve yorumları okuyunca çeşitli bloglarda ben niye yazmıyorum dedim kendi kendime ve asıl yazmayı düşündüğüm diğer çok sevdiğim müzisyeni beklemeye aldım. <span id="fullpost"> Önceliği verdiğim Mumford & Sons İngiltere- Londra kökenli bir grup. Marcus Mumford (Davul, Gitar, Vokallerde), Country Winston (Banjo, Slide Gitar, Vokallerde), Ted Dwayne ve Ben Lovett (Key ve Vokallerde) oluşan 4 kişilik bu sevgili grup için bluegrass müzik türünün başarılı temsilcilerinden olduklarını söyleyebilirim. <br />Kısaca bluegrass dan bahsetmem gerekirse bu tür ABD nin güney kesimdeki Appalachia bölgesinde yaşayan özellikle İrlanda, İskoçya ve İngiltere kökenli insanların yaptıkları geleneksel bir müzik türüdür. 'Bluegrass' da en çok dikkat çeken müzik aleti ise banjodur. Diğer enstürümanları ise mandolin, akustik gitar, kontrabas ve fiddle (kemandır fakat köylü kemanı olarak da geçiyor o yüzden okuduğum haliyle yazıyorum) olarak sıralayabilirim. Biraz da vokallerden bahsedersem ki bu tür için önemli bir özelliktir. Vokaller oldukça güçlü ve etkili ki bu türün vokal soundu için ' high lonesome sound' olarak nitelendirmeler yapılıyor ve bu da aslında tüm bir vokali anlatabiliyor. Amerikan folk müziğinin bir diğer örneği olan bu müziği Mumford & Sons belki en eski haliyle yapmıyor olabilir ama açıkcası bence grup bu türün dışında da iyi bir müzik grubu. İlk Ep lerini 2008 yılında "Lend me your Eyes" adıyla yayınlıyorlar daha sonra ise benim de onlarla tanışmam olan "Love Your Ground" u yayınlıyorlar. Her iki EPde de dört şarkı bulunuyor. "Love Your Ground" daki Little Lion Man adlı şarkı favorimdir. "The Cave and The Open Sea" ise sınırlı sayıda yayınladıkları üçüncü EPleridir ve bu yüzden belirtmem gerekir dinleme şansım olmadı. Son olarak belirtmeliyim grup Laura Marlig ile beraber turlarına devam ediyor. Tanışmanız için Little Lion Man parçasının resmi videosunu ekliyorum sona. İyi dinlemeler.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/-lk1wkbWI6I&hl=en&fs=1&"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/-lk1wkbWI6I&hl=en&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object> </span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-42334780382076539932009-09-11T21:03:00.004+03:002009-09-11T22:44:18.344+03:00if these trees could talk<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://userserve-ak.last.fm/serve/_/34617959/If+These+Trees+Could+Talk+IfTheseTreesCouldTalk.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 256px;" src="http://userserve-ak.last.fm/serve/_/34617959/If+These+Trees+Could+Talk+IfTheseTreesCouldTalk.jpg" alt="" border="0" /></a><br />Bilgisayar karşısında müzik dinlemeyi pek sevmiyorum. Önümde bilgisayar varken rahat duramıyorum ve sitelerde gezinmeye başlıyorum, sonra bakıyorum ki dinlediğim şey bir kulağımdan girip diğerinden çıkmış.<span id="fullpost"> Bu yüzden yeni tanıştığım, tanışmak istediğim grupları ya yattığımda dinliyorum, ya da bir yerlere giderken yolda. Dinlediklerim belli güzergahlar ve yol manzaralarıyla birlikte kaydoluyor hafızama. Yeni bir yazıyı geciktirmiş olmamı da bugünlerde evden çok az çıkmama bağlıyorum.<br /><br />Müziğin internetten indirilebilir olmasının yan etkisi olarak bolca indirdiğim ama hakkını vererek dinleyemediğim gruplar çoktur. Bunun yanında, bahsettiğim gibi siteler arasında hoplarken fon müziği olmaktan çıkan, ekran karşısındaki işitsel dikkatsizliğime rağmen kendini fark ettiren gruplar da oluyor. If These Trees Could Talk da bunlardan biri.<br /><br />Akron, Ohio'lu, üç gitar, bir bas ve bir davuldan müteşekkil bir post rock grubu. Kendi adlarını taşıyan 2006 tarihli ilk albümlerinin prodüksiyonu da kendilerine ait. İkinci albümleri Above The Earth, Below The Sky ise bu yılın Mart ayında çıktı. Ne zaman bir grubun müziğini tanımlamak istesem kendimi yetersiz hissederim. Yine de deneyeceğim ve güçlü, içinde kaybolunacak bir müzik yaptıklarını söyleyeceğim. Post rock türü içinde en sevdiğim şey olan delayli, çok katmanlı gitarlar ve şarkının dallanıp budaklanarak açılması hissi burada mevcut. Birbirinden ayırt edilemeyen post rock gruplarından artık heyecan duymasanız bile bu arkadaşlara bir göz atın derim.<br /><br />Birkaç şarkılarını <a href="http://www.myspace.com/ifthesetreescouldtalk">şuradan</a> dinleyebilir, bir röportajlarını da <a href="http://sawkick.com/?p=5925">şurada</a> okuyabilirsiniz.<br />Above The Earth, Below The Sky'dan sevdiğim bir şarkıyla iyi akşamlar diliyorum.<br /><br /><a href="http://www.fileden.com/files/2009/2/17/2325666/09-if_these_trees_could_talk-rebuilding_the_temple_of_artemis.mp3">Rebuilding The Temple Of Artemis</a></span>manyetikbanthttp://www.blogger.com/profile/03838272833989633965noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-41011778212277628182009-08-23T18:02:00.003+03:002009-08-23T18:35:20.278+03:00Pekko Käppi<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7AUG364zm8MEu4VTyea7D75mL2L9hv8wsqYo6jMxRFHj2fAHh8HiRNn3a7EwBbujUOKuOb0ecgfqpWJ5FGLLSEGmTfeobNupXIgAP4Uga_ceBOihTiBqacyhbZZnue7jJ_FV7/s1600-h/Pekko+Kppi+JKPU14_photo_by_Elisa_Vesterin.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 222px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7AUG364zm8MEu4VTyea7D75mL2L9hv8wsqYo6jMxRFHj2fAHh8HiRNn3a7EwBbujUOKuOb0ecgfqpWJ5FGLLSEGmTfeobNupXIgAP4Uga_ceBOihTiBqacyhbZZnue7jJ_FV7/s320/Pekko+Kppi+JKPU14_photo_by_Elisa_Vesterin.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5373183227913282946" /></a><br />Ne yazsam ne yazsam diye düşünürken karşıma Finlandiyalı Pekko Käppi çıktı ve ben de vakit kaybetmeden onun hakkında birşeyler yazmaya karar verdim.<span id="fullpost">Pekko Käppi Finlandiya'nın Tampere kentinde yaşayan bir müzisyen. Päivänsäde adlı finli deneysel folk grubunun üyesi olan Pekko nun aynı zamanda solo çalışmaları da mevcut. Bu finli folk müzisyeninin solo çalışmalarının en önemli özelliği ise fin halk çalgısı olan bir çeşit lir olan jouhikko nun varlığı. 1997 yılından beri jouhikko ile müzik çalışmaları yapan Pekko 2001 de “Kalastajia ja kaivostyöläisiä” adlı ilk EP sini yayınlar. Son çalışması olan “Jos ken pahoin uneksii” ise bu sene yayınlanan Pekko Finlandiya' da deneysel ya da değil folk müziği yapan aralarında Jouhiorkesteri, Lau Nau ve Kiila nın da olduğu bir çok grupla da çalışıyor. Son çalışmasındaki ortaçağa ait çalgı olan jouhikko nun varlığı müziğine ezoterik bir hava katmış. Pekko nun vokaliyle de zenginleşen bu müziği sevmekte zorlanmıyorsunuz ayrıca diğer iskandinav dillerinden faklı bir melodiye sahip olan finceyi Pekko'dan dinlemek de kulağa iyi geliyor.</span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-11844621310769688802009-08-18T12:32:00.007+03:002009-08-18T16:00:59.999+03:00Yazın son keder kadehi içildi<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTk2RRjI56aWk5jgqceXnVNbC6nIGlSCPaxe-aVdAu7cHXPNVrIginhs8MBEkYAWjdBGxPWBzAcjk3z5Z2G-uXF5VgnGanGFTjCvDt5Y2pdQkFkT9te8A6mUunkgdDeTEDOPsO/s1600-h/Faith_No_More_III_by_curan.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 217px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTk2RRjI56aWk5jgqceXnVNbC6nIGlSCPaxe-aVdAu7cHXPNVrIginhs8MBEkYAWjdBGxPWBzAcjk3z5Z2G-uXF5VgnGanGFTjCvDt5Y2pdQkFkT9te8A6mUunkgdDeTEDOPsO/s320/Faith_No_More_III_by_curan.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5371261044005516834" border="0" /></a><br />Öncelikle belirtmek isterim ki Faith no more kanaatimce rock müzik tarihinin, yabancı tabirle belki de en underrated gruplarından biridir. Bu durum kesinlikle grubun özgün yapısıyla alakalıdır. Öyle ki, Bay Area California'dan 80'ler ve sonrasında çoğunlukla thrash metalin bıçak gibi soundlu grupları çıkarken abilerimizin böyle bir tür karmaşası ve deneysellikle çıkmaları bile durumun ehemmiyetini ortaya koymaktadır.<span id="fullpost"><br />Kısaca anlatmak gerekirse 1989 yılında epic isimli parçada rapimsi vokaller kullanan grubumuz, 1992 tarihli Angel Dust albümünde ise fütursuzca Lionel Ritchie'den easy isimli parçayı coverlıyabiliyordu. Bunları takip eden King for a day ve album of the year albümlerinde de cuckoo for caca, evidence, last cup of sorrow, stripsearch gibi zamanın ötesinde parçalar yazan grumuz bu tavrıyla tabir-i caizse müzik piyasasından birçok isimle "düşman edinmenin nazik sanatını" icraa etmiş ve yazımın başında bahsettiğim gerektiği kadar tanınamama durumuna düşmüştür. İşte bu sebeptendir ki FNM'yi böylesine geç izlemiş bulunmaktayız.<br /><br />Konsere gelicek olursak, organizasyon, Nekropsi'nin kısa ama öz performansıyla açıldı. "Papa"nın çalınmadığı mini playlist daha çok "sayı 2" albümü ağırlıklıydı. Nekropsi'ye söylenecek tek şey konser performanslarının iyi olduğu, yanlız konser soundlarının albümlerin çok gerisinde kaldığıydı. Özellikle grubun, Küçükçiftlik gibi, barlara nazaran daha büyük sahnelerde çalarken sounda daha dikkat etmesi kanaatindeyim. Sonrasında çıkan "kurban" ise eski yeni şarkılardan bir potpori sundu. Ancak anladığım kadarıyla ya havalarında değillerdi, ya da onlar da FNM'yi sabırsızlıkla bekliyorlardı ve bitse de gitsek tadında bir performans sergilediler.<br /><br />Esas mevzuya gelicek olursak, konser öncesi yapılan sohbetlerde düğün salonu benzetmeleri yapılan kırmızı perdeler açılıp da ışıkla birlikte renklenince gördüm ki FNM karşımda mini bir cehennem yaratmış. Youtube'dan takip ettiğimiz kadarıyla bu seneki playlistlerinin değişmezi, yeniden birleşmelerinin şerefine yaptıkları reunited coverıyla başlayan konserimiz, sırasıyla from out of nowhere, land of sunshine, caffeine, evidence, surprise! you're dead, last cup of sorrow, digging the grave, easy, ashes to ashes, midlife crisis, i started a joke, gentle art of making enemies, king for a day, be aggressive, epic, just a man, chariots of fire-stripsearch, midnight cowboy ve cuckoo for caca ile sona erdi. Pembe takım elbiseleriyle arz-ı endam eden Jon Hudson, Roddy Bottum, Billy Gould , Mike Patton ve predator gibi adam mike bordin geçen onca yıla rağmen şahane bir performans ve seyirciyle iyi bir etkileşim içerisindeydiler. Öyle ki, FNM çok arıza bir grup olmakla birlikte, Mike Patton ise üst üste 100 tane redbull içmiş tımarhane kaçkını gibi bir adamdır. Bu durum, konser öncesi beni "kesin bizim seyirciyi beğenmeyecekler ve soğuk bir konser olacak" endişelerine soksa da özellikle Mike Patton ve Roddy Bottum'un memleketimizden memnun kaldıkları yüzlerinden okunmaktaydı. Hatta Patton'un baya baya mutlu olduğu bile söylenebilir.<br /><br />Ağaçlardaki yaratıklar ve onlara adanan ashes to ashes , Patton'un sahne önüne gelmesi ve seyircilerin arasına karışması, çok klişe olmasına rağmen türk bayraklı t-shirt giyme olayı gibi leziz detaylar sonucunda söyleyebilirim ki İstanbul çok büyük bir grup izledi. İzleyenler torunlarına anlatsın, izlemeyenler ise gitsin bir köşede ağlasın der ve aranızdan ayrılırım.<br /><br />Not:Last cup of sorrow'da bir öküze dönüşerek incittiğim dostlardan özür dilerim.</span><br /><br /><span style="font-style: italic;">Fotoğraf:Erdal Mahir Curan</span>osmandemircihttp://www.blogger.com/profile/15582462861755901081noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-29173908.post-41166365638121873872009-08-10T16:43:00.004+03:002009-08-13T12:44:47.689+03:00Bruce Peninsula-A Mountain is A Mouth<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJmQ0sf8ptf2FwFL5OzD9RaeJ4BmWKxFipOzZKhNXCIrJlVtzHePnlH8zbqnAheoGMcVENzXR85SESjfBoiKRsZ-45OGYwKStiYMHwCjq5u_dJB2JAFejBuqNOnJSoR47JqEaQ/s1600-h/Bruce+Peninsula+n571612150_1348482_3447.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 213px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJmQ0sf8ptf2FwFL5OzD9RaeJ4BmWKxFipOzZKhNXCIrJlVtzHePnlH8zbqnAheoGMcVENzXR85SESjfBoiKRsZ-45OGYwKStiYMHwCjq5u_dJB2JAFejBuqNOnJSoR47JqEaQ/s320/Bruce+Peninsula+n571612150_1348482_3447.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368344648903563666" /></a><br />Leonard Cohen'e kulak kabarttıktan sonra sizi Cohen'nin memleketine götürmeye karar verdim ve böylece ordan çıkan farklı seslere de kulak kabartabilelim diye. Bruce Peninsula Ulusal Parkına gidiyoruz o zaman.<span id="fullpost">Bruce Peninsula Kanada'da bulunan muhteşem bir doğaya, Niagara falezleri ile harika bir manzaraya sahip ulusal bir park. Neden bu parktan bahsediyorsun sorusunu sormanıza izin vermeden konuya geliyorum. Yazımın konusu olan Bruce Peninsula aynı zamanda Kanadalı bir grup folk delisinden oluşan bir müzik grubu da o yüzden. 2006 yılında temelleri atılan grup. Alan Lomax in arşivinin de takipçisi diyebiliriz. Peki kim bu Alan Lomax? Alan Lomax, müzikolojist ve folklorist. Muhteşem folk arşivine sahip bir adam ve bu arşiv sadece Amerika ve İngiltere ile sınırlı değil sınırlar İspanya ve İtalya'ya kadar uzanıyor. Grubumuz böyle bir ilhama sahipken yaptıkları müziği dinlemek tabiki merak icabı oluyor ilk durumda. Grup müziğini bir grup kilise ve yıkık evleri gezdikten sonra A mountain is a mouth albümünü yayınlayınca meraktan çıkıp kulak kabartmak istiyorum ben de onlara. Grup üyelerini sayamıyorum çünkü sayıları bir hayli çok ama derin vokaller, folk korosu ya da bir folk orkestrası desem yanlış olmaz sanırım onlarla ilgili olarak. Sonuç olarak Bruce Peninsula'nun muhteşem doğasını şuan göremesek de ordan çıkan bu seslere kulak verebiliriz sanki diyor ve bitiriyorum. </span>kitsch insecthttp://www.blogger.com/profile/02745460839396435277noreply@blogger.com0