30 Mart 2010

The Tallest Children On Earth


Oturmuş yarın ki sınavıma çalışıyorum. Önceden belirli düzenler, tüm bilgimi eksik olmasının yanında bir hafızadan ibaret olmasıyla ilgili milyonlarca kelimenin yer değişimininin arkasındaki gizli sırı bilememek vs. tüm bunlara karşılık aklımın kaçış planı: konser yazısı yazmak.

25 mart yer indigo, İstiklal'in arka sokakları ve İstanbul'dayız. The Tallest Man on Earth u bekliyoruz. Konser heycanım Kristian Matsson dinleme heycanımın üstünde seyrediyor. Nasıl cesaret edebildiğime hala şaşırmakla birlikte konseri açan dj oluyorum. Seçtiğim şarkı, müzik, grup vs beğenen insanları görmek beni cesaretlendirirken heycanımla boğuşmamı zorlaştırıyor. Kafam karışıyor mikserin yüksekliğinden ayaklarıma kramplar giriyor, son zamanlarda sevemediğim birayı soluk almak için yudumluyorum, gözlerim artık birsey görmüyor. Bir an önce tallest ı dinlemek istiyorum. Oak ın sahneyi alması beni biraz rahatlatıyor. Sonra Tallest çıkmadan önce tekrar cdlerimin başına geçeceğimin gerceği beni şuursuz bir hala sokuyor. O arada çaldığım şarkıları nasıl ve hangi sırayla seçtiğim meçhul ama Tallest sahneye çıkmadan önce yanıma gelip elimi sıkıp benimle tanışınca ve iyi çaldığımı söyleyince ayaklarıma giren krampların heycandan olduğunu anlıyorum.

Kristian Matsson nam-ı diğer The Tallest Man On Earth sahneye çıkıyor. Selamını verip The Wild Hunt la başlıyor. Önlere geçiyorum, gürültülü ve sevimsiz kalabalık yine de biraz dayanıyorum: The Gardener, I won't be found, Shallow Graves, Pistol Dreams dinliyorum. Öndeki topluluk yordu. Kardeşim keşke yanımda olsa diyorum. Yukarı çıkıp konseri yandan izliyorum bar önü idare ediyorum. You're going back, Troubles will be gone, King of spain ve Amanda Bergman la söyledikleri parçayı dinliyorum şuan aklıma gelenler. Arada önüme doğru yaklaşan Kristian 'a These Days diye bağırıyorum. Yanıma gelip elimi sıkıyor tekrar tanışıyoruz zevklerimizin aynı olduğunu söylüyor. Sonra konseri bitiriyor derken geri dönüp gitarı alıp yanıma gelip These Days i çalmaya başlıyor. Heycanlıyım neden o şarkıyı istediğimi hatırlayamıyorum bir süre sonra kardeşim aklıma geliyor.

Tüm bu anlatıklarımla birlikte Kristian hayal ettiğimden sevimli, sıcak kanlı bir insan çıkıyor. Topluluğun kimi saçamalıklarının üstesinden yaptığı espirilerle geliyor, zeki buluyorum. Konserden sonra yanına gidiyorum hiç beklemediğim bir sürü güzel şey söylüyor. Tüm konserlerinde dj olabilme garantisini veriyor, gülüyorum. Çok şaşkınım. Birden ne kadar yorulduğumun farkına varıyorum ve çok doluyum, unutmamak için sürekli düşünüyorum o anların bazılarını. Çaldığım parçalardan özellikle Mumford & Sons (daha önce onlarla ilgili yazı yazmıştım), Deer Tick ve Dock Bogs dinlemek onu çok mutlu etmiş bunu öğreniyorum. Hatırladıklarım bunlar.

Şimdi felsefi problemlerin içine gömülmeden önce güzel bir hatıra olan o geceden Berk Çakmakçı'nın nam-ı diğer I Create Soundscapes in yüklediği videoyu sona ekliyorum. umarım bir sorun teşkil etmez ve konser sırasında fotograf çeken arkadaşım Artemis Günebakanlı'nın yani manyetikbantın çektiği bir fotografı da başlığın altına koyuyorum. Son olarak bu yazdığım yazı konserin bir kısmıydı tam bir yazı yazabileceğimi de sanmıyorum umarım az da olsa birşeyler hatırlatır.

The Tallest Man On Earth "The Gardener" from Berk Cakmakci on Vimeo.



2 yorum:

manyetikbant dedi ki...

Gecenin bir parçası olarak senin hissettiklerini okumak güzel. Sevimsiz kalabalığım tüm gevezeliğine rağmen Kristian'ın neşesinden bir şey kaybetmemiş olması da şans.

kitsch insect dedi ki...

evet Kristian dünyanın en sempatik adamı gibiydi. bir de yazımla ilgili bir konser yazısı gibi olmadı farkındayım, "çok ben" oldu ama ötesine şimdilik geçemiyorum.