09 Mart 2009

18 şubat 2009 tindersticks istanbul konseri


Uyuşukluk üzerine tahsil yaptığım için bugüne kadar cümlelerimi toparlayamadım, özür dilerim. Tindersticks hayatımda büyük yere sahip bir grup değil, üç beş şarkısını bilirim o kadar, bu yüzden gayet sakin halde, sadece iyi müzik dinlemek üzere gittim CRR'ye.

Konser saatinde başladı. Açılışı bilgisayarı ve gitarıyla İrlandalı David Kitt yaptı. Kendisinin "Türkiye'yle ilgili bildiğim tek şey küçükken Midnight Express'te izlediklerim. Umarım bir şeyler değişmiştir. Bi şey demedim tamam, ehi ehi." ifadesini yersiz buldum. Sanırım yarım saat civarında kaldı sahnede.

Tindersticks ilk birkaç şarkı boyunca mikrofon ve ses seviyeleriyle ilgili sorun yaşadı. Stuart Staples'ın "This is fucked." çıkışından sonra mikrofon değişti, olay halledildi. Grupla ilgili ne söyleyebilirim ki, kendilerini ilk defa izledim ve büyüleyiciydiler. CRR'nin rahat koltuklarına gömülüp, kimsenin çıt çıkarmadığı, sahnedekilerin ayaklarının çıkardığı gıcırtıların bile duyulduğu bir ortamda müziği solumak huzur vericiydi. Seyirci tam da olması gerektiği gibiydi. Ses çıkarmamak için fotoğraf makinemin deklanşörüne basmaya bile çekindim.

Zarafetin vücut bulmuş haliydi sahnedeki her adam. Karşılarında böyle güzel bir seyirci olduğu için onlar adına, konser CRR gibi güzel bir yerde olduğu için de Tindersticks dinleyicisi adına mutlu oldum, sonunda iki bisle ödüllendirildik zaten. CRR değerlendirilmesi gereken harika bir salon, orada olmayı özlediğimi fark ettim. Konserden 20 gün sonra görüyorum ki bende bir huzur ve mutluluk duygusu bırakmış Tindersticks.

Setlist şöyleydi: Introduction, Yesterdays Tomorrows, The Flicker of A Little Girl, Feel The Sun, E-Type, Other Side of the World, The Organist Entertains, Dyin' Slowly, City Sickness, Say Goodbye to the City, Sleepy Song, She's Gone, Hungry Saw, Mother Dear, Boobar, All The Love, The Turns We Took, My Oblivion, Her, My Sister, Tiny Tears (sıralamadan emin değilim).

Şurada birkaç fotoğraf var.

devamı...

07 Mart 2009

Silent Land Time Machine/ &hope still


Silent Land Time Machine, geçtiğimiz yıl ekim ayında &hope still adındaki albümünü Indian Queen Records ve Time Lag den yayınladı. Albüm kritiğine geçmeden önce Silent Land Time Machine den bahsetmek istiyorum.SLTM i tek kişilik bir orkestra gibi düşünün. Jon, Godspeed You! Black Emperor ve A Silver Mt. Zion dan aldığı ilhamı içinde viola, keman, gitar, akordiyon, piyano ya da eline alabildiği her ne varsa müziğine katıyor. Keman söz konusu olunca müzisyenin gerçek ilhamlarını belirtmek gerek violist Anni Rossi ve A Silver Mt. Zion dan tanıdığımız Sophie Trudeau bu güzel ilhamlar.Kısacası bu ilhamlarla ve bu enstrümanlarla kendi çok sesli grubunu kuruyor Austin-TX da. Albümündeki parçalar şöyle; Everything Goes To Shit, I Shouldn't Be In School, The Thing This Doesn't Mean Is Nothing, The Contours of Perfect Distance, Electronic Transmission(S), Down To Hill, Copperpot Topography. Gelelim müziğinin nasıl olduğuna. Şimdi bu kadar çok enstrüman olunca, tek kişilik bir 'orkestra' olduğunu söyleyince ve tabiki A Silver ı da anınca akla hemen post- rock demek geliyor. Açıkcası SLTM için polyfoni müziğinin içine süreklemek için bir yol gibi. Hafif bir akordiyon sesi duyunca galiba biraz folk da diyebilirsiniz ya da Electronic Transmission dinlediğiniz de elektronikten bahsetmek zor da olmayabilir. Ama birden yaklaşık 13 dakikalık Copperpot Topography parçasını dinleyince onun size sunduğu bitmek bilmeyen enerjisiyle karşılaşabilirsiniz ve içinde herşey olan bir dünya ile. Her neyse ben şu post- rocktır bu anti deneysel folktur demek istemiyorum ama last fm de bir günlük yazısında okuduğum SLTM için verilen post-americana-psyminimal-desktop-folktronica tür kavramını duyunca biraz eğlendim her neyse myspace sayfasında experimental chamber folk/ rock olarak tanımlamış kendisini bunu ekleyerek kafanızı bu türler konusunda daha da karıştırarak bu konuyu kapatmak istiyorum. Benim hoşuma giden tarafı bu çok kişilikli adamın kendini ifade etme biçimi. Genel olarak müziğinde söz yok ama arada müziğine eşlik eden insan sesleri de yok değil bunu Copperpot Topography dinlediğiniz zaman görebilirsiniz. Her neyse kullandığı herşey müziğini ve dinleyenini bir yere götürebiliyor yani bana herşey onun ifadesinde yerli yerinde geldi. Son olarak söyleyebilceğim şey şudur eğer bir yerlerde rastlarsanız tek kişilik bu orkestrayı dinlemeden geçmeyin.

devamı...