24 Aralık 2008

army of anyone



90'ların en kendine has gruplarından Stone Temple Pilots'ın yeniden ABD'yi turladığı bugünlerde, olası bir STP albümünün umudunu taşırken, Army of Anyone'ı gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.
STP'nin dağılmasından sonra gitarist ve basçı DeLeo kardeşler davula Ray Luzier'i, vokale de Filter'dan Richard Patrick'i alarak Army of Anyone'ı oluşturur. 2006 Kasım'ında ilk ve tek albümleri Army of Anyone yayınlanır. 2007 Mayıs'ında da grup son konserini verir ve dağılır. Bu kısa süre içinde bir de turne yaparlar.
Army of Anyone, STP'nin bütün enerjisini içeriyor DeLeo'lar sağolsun. Utanmasam Scott'sız STP diyeceğim (ayıp olur diye demiyorum). Leave It ve Father Figure Core'dan, It Doesn't Seem to Matter Purple'dan fırlamış gibi. Patrick'in sesinin zaman zaman Weiland'a benzediğini söylemek de mümkün (kendisi için pek olumlu olmasa da). Weiland Velvet Revolver'da ego sıradağlarına toslarken arkadaşlar sakin kafayla mis gibi bir albüm yapmış. Lakin satmamış.
Eskileri bırakamayan, bırakmak istemeyenlere tavsiyemdir. Müstakbel STP albümünü beklemek için bir sebeptir. Kısa ömürlü olsa da dinlemeye değer bir gruptur. Örnek mahiyetinde beğeninize sunduğum Leave It, DeLeo imzasını alnının ortasında taşıyor.

Army of Anyone - Leave It

devamı...

08 Aralık 2008

Film Başlıyor: My Summer as a Salvation Soldier


Okuyan herkesin farkettiği gibi bir süredir Paris'ten yazıyoruz.Paris konserleri, Paris'te keşfedilen gruplar derken birden karşıma My Summer as a Salvation Soldier çıkıyor.Öncelikle My Summer... dan daha sonra hiç düşlemediğim şekilde dinlemiş olduğum konserinden biraz bahsedeceğim.My Summer as a Salvation Soldier bazı yerlerde .... army soldier olarak da geçiyor, izlandalı Þórir Georg Jónsson'in kendi deyimiyle grubunun ismi.2004 "I BELIVE IN THIS" albümünden sonra "Best Newcomer of the year 2004" adlı İzlanda müzik ödülünü almış ve daha sonra 2006 "ANARCHISTS ARE HOPELESS ROMANTICS" bu albümden sonra farklı ülkelerdeki konserler vermiş.Amerika'da kısa bir dönem yaşamış onu da unutmayalım (Austin-TX).Herneyse myspace de yazdığına göre son albüm "ACTIVISM "de bu geziden izler taşıyormuş.My Summer.. ın müziği, nasıl söylemek doğru olur tam olarak sınıflandırmak istemiyorum ama sesinin müziğindeki payı büyük onun dışında şiirsel yanını da görmemek elde değil.Bir de ilhamlarından biri Nick Drake ve yeteneği-sesi Bonnie Prince Billy ve Bill Callaghan ile karşılaştırılınca (ya da benzetme diyebiliriz) fazla söze gerek kalmayacaktır.Son olarak mini-konserden bahsetmek istiyorum, nette rastgele gezerken Paris'te ilk kez düzenlenecek olan Air d'Islande film festivalinin sayfasına rastladım, programa bakarken kasım 6 concert:My summer as a salvation soldier yazısını gördüm ve tabiki sevindim :) La Filmothéque adlı Paris'in entellektüellerinin (belki de eski entelektüellerinin demek daha doğru olur) uğrak mekanı Quartier Latin'de, gerçek sinefillere özgü bir sinema salonundaydı konser.Filmden çıkıp my summer... dinlemek için bekledik birden etraftaki izlandalı popülasyonun arttığını farkettik bu gerçekten güzeldi :) herneyse içeri girdik Þórir film sahnesinin önüne konulan sandelyeye geçti ve tamamen akustik (evinde çalar gibi)kara kaplı defterine yazdığı şarkı listesinden çalmaya başladı.Nasıl desem yazdığı en eski şarkı olduğunu söylediği "canada oh canada" canlı dinlemek çok güzeldi.Bir saat nasıl geçti anlamadım.Konser bitti ama hikaye bitmedi film salonunda tanıdık biri daha vardı çok geç farkettiğim içim kendime kızıyorum ama konseri İzlandalı yönetmen Dagur Kári ile birlikte dinledik.Hersey hızlı gelişti farketmem geç oldu ama düşüncesi bile güzel.Yazıyı konserde çekmeye çalıştığımız ankete pek uymayacak ama yine de anı olsun diye kısa bir video ekleyerek bitirmek istiyorum.Videomuz,"This Is A Long Drive For Someone With Too Much To Think About" ın ilk bölümüdür.

devamı...

06 Aralık 2008

for a minor reflection



For a Minor Reflection, Reykjavik'li bir enstrümantal post-rock grubu. İlk albümleri "Reistu þig við, sólin er komin á loft..."u kendileri kaydedip yayınlamışlar. Iceland Airwaves müzik festivalinde sahne almanın dışında en büyük başarıları Sigur Rós'a Avrupa turnesinde eşlik etmeleri.
Sigur Rós kendilerini o kadar tutuyor ki "Mogwai'yi geçebilecek potansiyele sahip" demişler bu çocuklar için (Kjartan, Goggi'nin kardeşiymiş lan!). Sahnede minicik duran (yaş itibariyle) For a Minor Reflection, seyirciyi kısa sürede coşturuyor. Ayrıca Sigur Rós'a Festival şarkısında eşlik ediyorlar. Konserden sonra da promosyon için cd-tişört vesaire satıyorlar standda. Hem sahne performanslarını hem albümlerini iyi bulduğum bu genç arkadaşları tavsiye ederim.
Kendileri Kjartan Holm (gitar), Guðfinnur Sveinsson (gitar, piyano), Elvar J. Guðmundsson (bas gitar) ve Jóhannes Ólafsson (davul).

devamı...

16 Kasım 2008

A Silver Mt. Zion + Shearwater











Mogwai seyahatimizden sonra müzik gezimize A Silver Mt zion ve ön grup Shearwater ile devam ettik.Le Bataclan adlı Paris'in güzide konser mekanında yerlerimizi aldık.Bir süre kapıda beklerken ıslandık ama Bataclan daki yerimizi alınca konsere biraz daha yaklaştık.Ve işte o an ışıklar söner Shearwater sahneyi doldurur.Her şarkı diğer bir şarkıyı dinlemek için hazzı artırır.Grubu canlı dinlemek izlenimleri kat kat pozitif yapar.Nasıl desen beklediğimden çok iyilerdi.Aslında çok da bir sey beklemiyordum -olumsuz anlamda değil-çünkü ilk kez dinleyecektim.Ama öğrendik ki Shearwater ın Paris teki yanlış hatırlamıyorsam üçüncü konseriydi ve bu yüzden grup rahat seyirci rahat diyalog harika.Sonuç olarak bir saat kalmalarına rağmen doyulmaz bir konser.Ardından herkesin beklediği an sahne A silver mt zion için hazırlanmaya başlanır ve Efrim kendisini arada bir gösterir.Sahnenin tam olarak hazırlanmasından sonra grup elemanları yerlerini yavaşça alır(Efrim, Sophie, Jessica, Thierry, Scott).Sahnenin ortasına konan pet şişeden bozma çiçekli saksıyı da unutmamak gerek.Nese her şey hazırdır ve A Silver daha önce alışık olduğu Paris kitlesine döner gayet samimi olarak birşeyler söyler ve müzik başlar. Take These Hands And Throw Them In The River ,Dead Marines, Black Waters Blowed/Engine Broke Blues , Microphones in the Trees, Horses In The Sky, There Is A Light, Metal Bird, ve bis 1,000,000 Died To Make This Sound çalınır.Arada Efrim yaptığı olağanüstü diyaloglarla konser her şarkıdan önce ayrı bir havaya bürünür.Oldukça samimi, komik, iğneleyici ve kendinden emin tavırları dinleyici ile olan ilişkisini daha bir güçlendirdiğini ekleyebilirim.Umarım bir kez daha dinleme şansım olur zira Paris konseri turnelerinin son konseriydi ve fakat manyetikbant konser sonrası kemancı sophie yaklaştı ve İstanbul a çağırdı onları ve sophie de bir dahaki sefere görüşürüz dedi :) bu da küçük bir anekdot.Son olarak konser sırasında çekmeye çalıştığım iki videoyu ekliyorum.Umarım ilginizi çeker.(ilk video god bless our dead marines, ikincisi metal bird)





devamı...

08 Kasım 2008

28 ekim mogwai paris konseri (+videolar)

Üzerinden zaman geçmesine rağmen değinmek gereken bir şey Mogwai konseri. Bizim Ses Tiyatrosu'na benzer (koltuksuzu) cici bir yer olan Casino de Paris'de, kırmızı halılar üzerinde izledik Mogwai ve alt grup The Twilight Sad'i.
Glasgow çıkışlı The Twilight Sad'den ayrı bir yazıda bahsedeceğim. Sahnede sadece yarım saat kaldılar ama özellikle solist James Graham'ın performansı görmeye değer. Dolu bir salonda sahne aldı Mogwai. Cayır cayır çalıp, bir de bis yaptılar. Stuart Braithwaite'in "World Cup Argentina '78" tişörtü ve bazı şarkılarda kullandıkları MacBook Pro'nun ekran koruyucusu olarak göze çarpan Celtic F.C. fotoğrafları (soyunma odası falan) hoş detaylardı. Söyleyecek pek bir şey bulamıyorum, hayatımda gördüğüm en güzel ses duvarlarından birini inşa ettiler karşımızda. Almanca bir blog'dan bulduğum setlist'i de vereyim:

Yes! I Am A Long Way From Home
The Precipice
Christmas Steps
Scotland's Shame
Friend Of The Night
Hunted By A Freak
I'm Jim Morrisson, I'm Dead
Thank You Space Expert
Secret Pint
I Love You, I'm Going To Blow Up Your School
2 Rights Make 1 Wrong
Helicon 1

Like Herod
Bat Cat



Casino de Paris



The Twilight Sad - And She Would Darken The Memory



Mogwai - Hunted By A Freak



Mogwai - Christmas Steps

devamı...

27 Ekim 2008

El Perro del Mar




İsveç'ten devam ediyorum ve El Perro del Mar - Sarah Assbring 'ten ve konserinden bahsederek küçük bir yazıya başlıyorum. El Perro del Mar İsveç, Gothenburg 'dan Sarah Assbring in solo projesinin adı 2004 ve 2005 yıllarında sadece İsveç te sınırlı kalan albümleri daha sonra Memphis Industries (UK) den cıkardığı albümle sınırı biraz aşıyor ve daha geniş bir kitleyle buluşuyor.Singer/songwriter olunca yapılan çalışma pop ya da lo-fi olarak nitelendirmek kolay oluyor ama müzisyeni sesi ve söyleyiş tarzı belki burada daha önemli olacaktır.Geçen haftalarda Paris'te İsveç Kültür Merkezi'nde canlı dinleme şansını elde ettikten sonra açıkcası beni müziğine daha dikkatle yaklaşmaya itti.Küçük bir konserdi ama nerdeyse yılda 2 den fazla Paris'te konser vermesinden de olabilir konseri beklediğimden sıcak geçti.Stina Nordenstam' dan da şarkı söylemesi beni ayrıca mutlu etti.Küçük konserinde bir de iki bis yaptı çocuk şarkısı olan girl girl girl boy boy boy goodbye... ile konserini bitirdi.Son olarak nasıl desem İsveç'ten kötü bir müzik çıkmıyor galiba diye düşünmeye başladığımdan benimle aynı fikirde olanlar için El Perro del Mar bir kulak kabartmalarını önerebilirim.


devamı...

19 Ekim 2008

How Shadows Chase the Balance


Bu bir boduf songs yazısı değildir gerçek anlamda.Çünkü yeni albüm beni two across the mouth tan uzaklaştırdı ve Mission Creep e ya da şuan dinlediğim Pitiful Shadow Engulfed in Darkness yaklaştırdı.Bir süredir öylece dinlemek için beklediğim albüm, yüzleşmek anı gelince tüm hayatla birden karşıma çıktı.Önce dinlemeye korktum ama birden mission creep çaldı ve two across a mouth ile aynı etkiyi bıraktı bende.İlk şarkı oldu benim için ve her şeyi başlattı.Hatalarımdan yeni binalar yaparken kendimi aynı gün tüm kahramanlarımı kaybederken buldum ve Boduf songs macerası başladı.Dinleyenlerinin bildiği gibi Mat Sweet yeni albümüyle dokunulmaz slowcore dünyasına bir muhteşem albüm daha kazandırdı.Albüm çıkışıyla tüm şarkıları büyük bir açlıkla dinlenildi ve sonuç slow slow slow ...Dünyamız boduf songs doldu.Açıkçası söylemen gerekir ki çok uzun bir yazı olmuycak ama daha önce boduf songs dinlememiş ve onu folktan ibaret zannedenler için söylemem gerekir çok yanlış sularda yüzüyorsunuz.Boduf songs ne o ne budur ve daha önce hiç dinlemediyseniz (bir kalıba sokmadan) muhteşem bir sesi ve bu müziği dinlemelisiniz...

devamı...

05 Ekim 2008

patti smith'i izledik

Paris'te 2002'den beri süren bir organizasyon var, Nuit Blanche (türkçesi Beyaz Gece). Ekim ayının ilk hafta sonunda oluyor, gece boyunca şehrin birçok yerinde bedava konserler, film gösterimleri, sergiler, envai çeşit gösteriler düzenleniyor. İnsanlar sabaha kadar sokaklarda dolaşıp içiyorlar (ve işiyorlar). Paris Belediyesi'nin organize ettiği bu bir gecelik festivalin bu seneki kıyağı Patti Smith idi. Smith, oğlu Jackson ve kızı Jesse ile Saint-Germain kilisesinde 21:00'den sabaha kadar kısa konserler verdi, biz de kapağı 01:00'deki mini konsere atabildik.
600 küsür kişilik kilisenin sandalyelerinin arasındaki koridorda, sahnenin tam karşısına oturduk. Jesse piyanoda, Jackson gitarda sessizce eşlik ettiler annelerine. Patti sabaha kadar orada olacağını, bu kadar çok insanın gelmesine şaşırdığını söyledi. Ve çaldı, söyledi, dans etti, zıpladı, konuştu. Because The Night, Dancing Barefoot, Ghost Dance, People Have The Power ve birkaç tane daha. 30-40 dakika sahnede kaldıktan sonra diğer grup kiliseyi doldurana kadar dinlenmek üzere iyi geceler dileyerek gitti. Bok gibi soğuk Paris gecesinde Patti'den yayılan ısı çok güzeldi.
Naçizane fotoğraf makinemle çektiğim bu küçük video da hepimize hediye.



devamı...

03 Ekim 2008

Winter Took His Life...


Winter Took His Life dinlemeye başladığımda onu hergün dinleyeceğimi düşünmemiştim.Ayrıca soğuk günler yaşadığım şu zamanlarda hayatımın soundtrack i olucağı da aklıma gelmezdi.Ama dinledikçe isveçli bir müzisyenin ilham kaynağını anlamaya başladım.Yağmur şu an o kadar hızlandaki arkadaşımı düşünmeden edemiyorum bir yandan da çok anlamlı oldu, çünkü dinlemelerimden yorulup artık WTHL ile ilgili yazmamı istedi.Herneyse Winter took his life a geri dönmek istiyorum.İsveç, Gothenburg'dan singer-songwriter Susanna Brandin ın çalışması.2005 te çıkan ep The Cold Took His Life tan sonra Bless The Press Records ile anlaşıyor ve daha sonra Björn Kleinhenz ile ortak albüm çıkarıyor.2007 de You Know What It’s Like To Be Alone And Shut Down ı çıkarıyor.Ayrıca Niesencja #08. Netmuzyka.com tarafından yapılan compilation da çok sevdiğim ve ilk dinledğim şarkısı Where i can see the sun yer alıyor.Winter Took His Life ın müziği ve şarkıları genel olarak kendi içinde bitr ritim taşıyor.Çogu zaman ağır (kötü anlamda değil) ve sesinin ince ve yumuşak olması sizi dinlerken kendi çektiğiniz bir filmin içine sokuyor nasıl desem kısa metraj film gibi biraz.(of ne zorladım ama dinledikçe öyle olduğunu görebilirsiniz)Gelelim sevdiğim şarkılara Where i can see the sun, please don't , Heaven on Earth... bilmiyorum dinlemediğim şarkıları da var ama hiç şüphem yok ki onları da severim dinlersem.where i can see the sun dan bahsedersem eğer şarkı winter took his life cümlesiyle başlıyor ve Susanna Brandin şarkının içinde yaşıyor ve şarkı güneşi görmek isteyen birinin ağzından bir öyküyü anlatıyor.Son olarak söylemeliyim ki isveçli post-rock gruplarının dışında isveçte yapılmış farklı çalışmaları da merak edenler için önerebileceğim iyi bir müzisyen ve özellikle Björn Kleinhenz ile yaptığı blood bone - home alone 2 her iki sanatçıyı tanımak için iyi bir seçim olucaktır.

devamı...

30 Eylül 2008

isobel campbell & mark lanegan - sunday at devil dirt (2008)


Son yazımın üzerinden neredeyse 4 ay geçmiş olduğunu dehşetle görüyor ve yakında bu ovaların yeni yazılarla yeşilleneceğini temenni ediyorum. Geçici bir süre için yayınımızı Paris'ten yapmamız sebebiyle İstanbul'daki konserlerle ilgili yorum yapamayacağız fakat burada olup bitenleri takip edebildiğimiz ölçüde paylaşırız tabii (Sun Kil Moon konseriyle başladık zaten=).
Sessizliğimi bozmak için günlerdir zevkle dinlediğim yeni Isobel Campbell & Mark Lanegan çalışmasını seçtim. İkilinin ikinci albümü Sunday At Devil Dirt'teki şarkıların çoğu Isobel Campbell'a ait. Mark Lanegan'ın karıştığı her işte olduğu gibi burada da bir karanlık hissediliyor. Campbell'ın back vokal yaptığı Back Burner, The Raven, Salvation gibi şarkılar bence albümün en iyileri. Vokallerin eşit dağıldığı şarkılar (ve Isobel'in solo götürdüğü Shot Gun Blues) da gözardı edilemez ama albümün atmosferindeki en büyük katkı Lanegan'a ait. Campbell'ın sesi de Pixies şarkılarındaki (özellikle Hey'deki) Kim Deal baharatı kadar güzel. Bir sarhoş blues'u, kara film barı, cool adam Lanegan ve onun sevgilisi Campbell şeklinde şekillendi bende müzik görsel olarak.
Pitchfork'taki kritikte hislerime tercüman olan bir paragrafa rastladım ki burada alıntılamak isterim:
"Yine melankoli, minör folk melodileri, casusluk teması ve spagetti-western cool'u albüme rengini veriyor. Buna düz baslar, yaylılar, hafif davullar, elektrogitar tıngırtısı ve oda-popunun ana dayanakları eşlik ediyor. Ve yine Campbell kendi albümünde bir lider değil, yardımcı oyuncu olarak arka planda kuğurdarken daha iyi. Tabii şarkıların çoğu ona ait ama vakarı Lanegan sağlıyor."
Lanegan vokalini sevmeyenler için çok tercih edilebilir bir albüm değil, zira kendisinin solo çalışmalarının daha az karanlık ve iyi bir back vokalle desteklenmişi gibi geliyor kulağa. Isobel Campbell vasıtasıyla kendisiyle tanışanlar da olabilir tabii.
Aralık ayında ikiliyi Paris'te izledikten sonra konser yorumlarımı da yazacağım zevkle =) Tekrar kucaklıyorum hepinizi, özlemişim yahu!

Pitchfork'taki kritik de şudur.

devamı...

11 Eylül 2008

Carry me Paris


Sun Kil Moon geçtiğimiz salı Paris te La Maroquinerie de bir konser verdi.Konserden bahsetmeden önce söylemeliyim ki sun kil moon konseri tam da arkadaşım ve benim paris teki ilk günümüzdeydi.Konsere cok gitmek istiyorduk ve fakat konser mekanın nerde olduğunu bilmiyorduk neyseki metro vardı.Haritalardan bulduğumuz hatlara binip inip en sonunuda mekanın bulunduğu bölge olan menilmontant a geldik ama mekanın bulunduğu cadde haritalarımızda yoktu biz de paris teki ilk yokuşumuza çıkmaya başladık ve sonunda rue boyner karşımızdaydı sağa döndüğümüzde ise işte la maroquinerie :) hızlı adımlarla biletleri aldık konsere hazırlanmak için biraz mola verdik ve sonunda peyote ve babylon arası konser mekanına girdik.Önce Alexandra Varlet dinledik.Varlet, espirili tavrı ve şarkılarıyla yaklaşık 1 saat sahnede kaldıktan sonra ve işte Mark Kozelek ve sun kil moon....Ne desem bilmiyorum konser sürükleyiciydi herşeyiyle doyurucuydu.Şaşkındık bir süre farketmedik ama şanslıydık.Şu an birden ne yazmam gerektiğini bilemedim ama benim için önemli bir konserdi sun kil moon dinleyicilerinin isteyeceği her şeyi çaldılar ve iki bis yaptıktan sonra Mark yalnız başına bir şarkı söledi ve cümlesini bitirmeden sahneden ayrıldı.(Yaklaşık 2, 2 buçuk saat sahnede kaldılar.) Biz de oradan şaşkın, yorgun ve mutlu şekilde uzaklaştık..

devamı...

04 Haziran 2008

leonard cohen: i'm your man


Lian Lunson'ın 2005 tarihli Leonard Cohen belgeseli. Film, 2005'te Sydney'de gerçekleşen "Came So Far For Beauty" başlıklı Leonard Cohen tribute konserinden performanslar, projede yer alan sanatçılar ve Cohen'in kendisiyle röportajlardan oluşuyor. Filmin sonunda bir de Cohen ve U2'dan "Tower of Song" icrası var.
Cohen şarkılarını yorumlayanlar röportajlarda onunla nasıl tanıştıklarını, kendileri için önemini ve projeye nasıl dahil olduklarını anlatıyorlar. Bağlama unsuru gibi kullanılan Bono ve The Edge röportajları da Cohen'in kendileri üzerindeki etkisi üzerine çoğunlukla. Açıkçası bu son röportajları pek gerekli bulmadım, sondaki performansa hazırlık için serpiştirilmiş. Asıl önemli olan tabii Cohen'in kendi hayatı, şiiri, müziği üzerine konuşmaları. Beautiful Losers'ı yazdığı Yunanistan günleri, neden hep takım elbise giydiği, ailesi ve çocukluğu, babasının ölümüne yaklaşımı, dinin yaşamındaki yeri, şarkılarının nerelerden kaynaklandığı... Cohen röportajları gayet samimi ve tatmin edici. Cohen'in sahne adamı, kadınların sevgilisi imajı hep vurgulanırken kendisi 10000 gecelik yalnızlığı boyunca buna güldüğünden bahsediyor.
Filmin geneline hakim olan, sahne tasarımıyla da uyumlu pembe renk görsel bütünlüğü sağlamış. Cohen'in fotoğrafları, çizimleri ve elyazıları röportajlara eşlik ediyor. Beni zaman zaman rahatsız eden tek şey, sahnede gördüğümüz kişilerin yanında ilgisiz duran Bono ve The Edge röportajlarıydı. Onlar da nihai Tower Of Song'la bir yere bağlanıyor dediğim gibi.
Peki sahnede kimleri izliyoruz? Nick Cave, Rufus Wainwright, Kate&Anna McGarrigle, Martha Wainwright, Beth Orton, Linda Thompson, Teddy Thompson, Jarvis Cocker, The Handsome Family, Julie Christensen, Perla Battala. U2&Cohen işbirliği asıl konserde yok, özel tasarlanmış bir sahnede çekilip eklenmiş.
Toplamda baktığımda bence hoş bir film. Cohen'in close-up'larla bezeli samimi konuşmalarında içini açtığını hissettim. Adamın anlattıklarıyla bir yandan sahnede gördüğümüz müziği ve sözlerini bir arada algılamak, neyin nereden çıktığını görerek şiiri daha iyi kavramayı sağlıyor.

devamı...

12 Mayıs 2008

The Tallest Man On Earth



Beni yazmaya iten bu uzun adamdan ve müziğinden bahsedeceğim için çok mutluyum.Nasıl başlasam bilemiyorum ama onu dinlemekten gerçekten hoşlandım.Tesadüf eseri elime geçen albümünü dinlemeye başladığımda böyle bir ses ve müzikle karşılacağımı bilmiyordum. Üstüne üstelik bu çok sevdiğim müzisyenin ülkesini öğrenince ayrıca mutlu oldum(aslına bakarsanız ilk tepkim "yok artık nasıl olur"du).Çok uzatmadan the tallest man on earth gerçek ismiyle Kristian Matsson'un ki isminden de anlaşılabileceği gibi İsveçli olduğunu öğrendim.Bir kat daha sevgim arttı böylece ve daha bir zevkle dinlemeye başladım.Dinlettip insanlara nereli olduğunu tahmin etmelerini istedim ve genel tahminler Amerika'ydı ama ne güzel ki İsveçliydi.Müziğinden bahsedersem folk-blues denebilecek bir tür her ne kadar böyle tanımlamaları sevmesem de yazıyı okuyacaklar için fikir olsun diye söylüyorum.Gerisi dinlediğinizde sizde kalıcak izlenim olacaktır.Dinlediğim albüm olan "Shallow Graves" beni oldukça tatmin etti.The Tallest Man On Earth, yeni yol arkadaşım olucak en azından şimdi öyle görünüyor.Son olarak eğer bir yerlerde rastlarsanız es geçmeyin derim ben.İyi dinlemeler..







Not: Galiba ben İsveç'e gidiyorum.

devamı...

11 Mayıs 2008

the gutter twins istanbul konseri


3 Mayıs akşamı Yeni Melek'te gerçekleşen The Gutter Twins konseriyle hasret kaldığım müziğe kavuştum. Kapılar açıldığında salonda en fazla 20 kişi vardı. Sahne önünde, Radyo Eksen'in özenle seçtiği 90'lar şarkılarıyla zaman yolculuğu yaparken insanlar da yavaş yavaş gelmeye başladı.
Seyircinin yaş ortalaması 30'a yakındı sanırım, eski grunge havaları herkesi memnun etmiş gibi görünüyordu. Eski Screaming Trees plaklarını yanında getirenler vardı. Grunge'ın yakalayamadıkları altın yıllarını şimdi telafi etmeye çalışanlar vardı (benim gibi). Aslında bu kadar grunge'dan bahsediyoruz ama The Gutter Twins'in bir grunge grubu olduğu söylenemez. Mark Lanegan söz konusu olunca algı şaşıyor tabii.
Arkadaşlar 23:00 gibi sahnede yerlerini aldılar. Mr. Lanegan'dan bir "İyi akşamlar" duyduk. Grubu sahnede Greg Dulli çekip çeviriyor. Herkesle iletişim halinde, seyirciyle de. Front Street'te sahne önüne inmesi keyfimize keyif kattı. Mark Lanegan sanki tek başına gibi. Etrafla ilgilenmiyor. Ara sıra su içiyor. Mikrofonuyla haşır neşir oluyor. Gözleri açık mı değil mi o bile anlaşılmıyor çoğu zaman. Ama adamcağızın yüzüne patır patır flaş patlatırken kendisiyle gözgöze gelmek de insanı ürpertiyor. Layne'in, Cobain'in hatırasını yakalıyorum sanki. Konser boyunca neredeyse sadece Lanegan'ı izlediğim belli oluyor herhalde.
Albüm şarkılarıyla başlayıp coverlara daldılar. Front Street'te "Come on feel me now" dedik Dulli'yle 50 cm mesafeden. İyi bir setlistleri olsa da Circle The Fringes, No Easy Action, Shadow of The Season ve hatta Where Did You Sleep Last Night (belki Long Gone Day? yok artık) içimde ukte oldu. Tüm şarkıları hakkını vererek, cayır cayır ve kütür kütür çaldılar söylediler. Ses sisteminin elverdiği ölçüde dinledik biz de, en önde olmamın etkisi mi bilmiyorum ama sesler birbirine çok karıştı, Lanegan'ın sesi kısık kaldı. Greg Dulli'nin bol sigaralı, neşeli yüksek performansı, Mark Lanegan'ın dövmeli elleri, davulcunun yaşattığı "hah şimdi kıracak bageti" keyfi yanımıza kar kaldı.
Yılın bence şimdiye kadarki en önemli konseri de bir kısmımızın hayatında iz bırakarak geçip gitti.

Setlist
The Stations
God's Children
All Misery/Flowers
Live With Me (Massive Attack)
Seven Stories Underground
Idle Hands
Bête Noire
Down The Line (Jose Gonzales)
I Was In Love With You
St. James' Infirmary Blues
Spanish Doors (albüme girmemiş)
Eat A Peach (yani Each to Each)
Front Street

Bis
Papillon (The Twilight Singers)
Hit The City (Mark Lanegan)
King Only (The Twilight Singers)
Methamphetamine Blues (Mark Lanegan)
Number Nine (The Twilight Singers)


Konser Fotoğrafları

devamı...

27 Nisan 2008

biz bi devotchka izlemiştik


Gün geçmiyor ki canlı canlı yediğimiz gruplara bir yenisi eklenmesin. 17 Nisan akşamı Devotchka'yı izlemek için garajistanbul'da toplandık. Radyo Eksen'in reklamlarından olsa gerek, oldukça kalabalıktı. İsterim ki Eksen'in organizasyonları hep sürsün ama kimi zaman bunaltabiliyor kalabalık.
Konser kaç dakika rötarla başladı inanın hatırlamıyorum. Zira içerisinin sıcağıyla boğuşuyordum. Birçok yerde söylendiği gibi ben de hissettim ses problemlerini, özellikle konserin ilk yarısında. Sonradan alışmışım demek ki. Ortalardaydık mevki olarak.
Genel olarak kötü değildi. Çok iyi de değildi. Pavyon gibi süslü sausaphone'uyla Jeanie Schroder, Yahudi elmas tüccarı kılıklı kemancı Tom Hagerman ve O Brother Where Art Thou'dan fırlamış George Clooney gibi duran solist Nick Urata, göze hitap eden bir ön üçlüydü. Zaman zaman akordeonuyla Hagerman'a katılan perküsyoncu Shawn King'e de selam edelim.
Performansları iyiydi, diyecek pek bir şey yok. Siz ekleyin bir şeyler. Seyirciden şikayetler bitmez. Tek derdim gül gibi tereminin sadece 3 şarkıda voinklediğini duyabilmekti. Kısa keser, elimdeki setliste geçerim. Sanırım buna tamamen sadık kalmadılar, düzeltmeleri yapalım koment vasıtasıyla. Bir de elimdeki, Melkweg konseri setlistinin aynısı. Hmm.
Saygılar.


Head Honcho
Poland (bu nedir?)
Tubastank x 3 (evet?)
Queen Of The Surface Streets
Along The Way
Venus (in Furs?) çalmadılar
How It Ends
We're Leaving
Transliterator
Basso Profundo
Commerce City Sister
The Clockwise Witness
Mexican (?)
Siouxie (?)

Undone
Silly Boy (?)
Ranchero

2 bis oldu, bir de Such A Lovely Thing eklendi.

devamı...

13 Nisan 2008

firewater istanbul konseri


Heyecanla beklediğimiz 11 Nisan Firewater İstanbul konseri maalesef bir albüm tanıtım konseri mantığındaydı. Setlist'in dengesizliğinden bahsetmeden önce artık kanıksadığımız Babylon seyircisinden dem vurmadan edemeyeceğim. Konser saati 23:00 olarak belirlenmişti. Oysa 22:30'da Babylon'a girdiğimizde ortalıkta 5 kişi ancak vardı. Sahne hazırdı. 23:00'te içeride 20-30 kişi olmuştuk. Adamlar haliyle 40 dakika filan rötarlı çıktı.
Açılışı The Man On The Burning Tightrope albümlerinden Dark Days Indeed'le yaptılar. Seyirci çabuk ısınıp göbek atmaya koyuldu tabii. Çoğunluğun alışkanlıktan her hafta sonu kim olursa olsun Babylon'a gelen insanlar olduğunu düşünüyorum. Ki grubun setlistinde ikinci bisin de görünmesine, ve en iyi şarkılarını çalmamalarına rağmen adamları geri çağırmamalarını buna yoruyorum. Her neyse, Tod A burada geçirdiği onca zamandan sonra hala Türkçe konuşamadığı için özür diledi, tromboncu Reut Regev ve perküsyoncu Johnny Kalsi pek tatlıydı. Kendileriyle iki çift laf edip iletişim kurmaya çalışan az sayıda seyirciye sigarasını uzattı Tod A. Johnny Kalsi de Bhangra Bros.'ta güzel bir dhol solosuyla selamladı bizi. Seyirci de laylay'lı heyhey'li bölümlere eşlik etti konser boyunca.
E tamam iyiymiş güzelmiş? Hayır o kadar basit değil. Setlist ilk şarkı dışında tamamen yeni albümden oluşuyordu. Bu coğrafyada bu kadar gezip de ilk defa seyirci karşısına çıkan bir adam neden böyle tamamen albüm tanıtımına yönelik bir seçim yapar anlayamadım. Yeni albümün şarkılarını sevmememden değil, bu promosyon mantığı rahatsız edici, hele Firewater'da. En azından bir Get Out Of My Head, Refinery, Snake-Ees And Boxcars, Balalaika beklerdim. Hatta Beirut'un Radarlive'daki Şiki Şiki Baba'sı gibi bir sürpriz bile umuyordum. Bu setlistle tatmin edici olmaktan çok düşündürücü oldu konser benim için.
İlk biste 3 şarkı çalmaları gerekirken 2 şarkıda kestiler. Beklediğimiz Bourbon And Division ikinci bise yazılmıştı ama adamlar içeri gider gitmez çıptas müziği dayadı sevgili Babylon ve konser boyunca oynayan insanlar istiflerini bozmadan dans etmeye devam ettiler. Birkaç kişi dışında kimsenin de bis beklentisi olmadı. Tod A de bir kere kapıdan başını uzatıp baktı ortalığa, bir daha da görünmedi.
Bu da ancak grubu yeni tanıyanları memnun edebilecek, kapıdaki albümlerin satılmasına yarayabilecek, Babylon insanlarından sıkıldığımız bir konser oldu böylece. Elimizdeki penaya bakıp sinirleniyoruz şimdi.

Setlist:
Dark Days Indeed
Hey Clown
Feels Like The End Of The World
Bhangra Bros.
Already Gone
6:45
A Place Not So Unkind
Borneo
Electric City
Some Kind Of Kindness
Weird To Be Back

1. Bis
Paradise
This Is My Life (çalınmadı - ki çok şahane şarkı)
3 Legged Dog (bunun yerine başka bir şey çaldılar diye hatırlıyorum, düzeltirseniz sevinirim)

2. Bis (olmadı)
Bourbon And Division

devamı...

18 Mart 2008

the graves brothers deluxe


Adı gibi karanlık The Graves Brothers Deluxe, San Francisco'dan bir blues/rock/noise grubu. 1998'de Stoo Odom tarafından kurulmuş. Halihazırda 4 albüm ve bir EP'leri bulunmakta. 2005 tarihli albümleri Light'tan yola çıkarak, güçlü baslarla, derinden bir fısıltı gibi gelen vokallerle bezeli, zaman zaman gürültülü blues rock yaptıklarını söyleyebilirim.
Müzikleri Beat edebiyatıyla ve Amerikan kara filmleriyle iyi gider. Görev dağılımı bas ve vokalde Stoo Odom, gitar ve saksofonda Willy the Mailman, davulda Marco Villalobos şeklinde. ABD, Maksika ve İspanya'da konserer veriyorlar. Özellikle İspanyollar tarafından tutulan bir grup. Esin kaynaklarının Sonic Youth'tan Creedence Clearwater'a kadar uzandığını söylüyorlar. Kendi müziklerini tanımlamalarıysa şöyle: "Leonard Cohen'in Rolling Stones'la Neu ve Magazine coverlaması gibi". Kısa kesip web adreslerini veriyor ve gerisini size bırakıyorum. Light albümünü de tavsiye etmeden duramıyorum.


myspace-thegravesbrothersdeluxe
gravesbrothersdeluxe.com

devamı...

12 Mart 2008

yaşasın! The Gutter Twins İstanbul'da!


Güzel insanlar Mark Lanegan (Screaming Trees, Mad Season, Mark Lanegan Band vs.) ve Greg Dulli (The Afghan Whigs, The Twilight Singers) aylardır The Gutter Twins adıyla Avrupa ve ABD'yi turluyorlar. İlk albümleri Saturnalia bu ay Sub Pop'tan çıktı. Sürekli albümü dinlerken, üzerine bir de konser haberi almak çok keyifli.
Lanegan ve Dulli 2000'den beri birbirlerinin gruplarında yan yana geliyorlar. Bu işbirliğinden nihayet bir albüm çıktı. Albüme Mark Lanegan'ın solo çalışmalarına yakın bir rock havası hakim. Lanegan'ın öne çıktığı şarkılar ayrı, Dulli'nin öne çıktığı şarkılar ayrı güzellikte haliyle. Seslerinin uyumu harika.
Albüm ilk 3 şarkıda sizi tamamen etkisi altına alıyor. All Misery/Flowers, alıştığımız Mark Lanegan karanlığını taşırken Idle Hands bol gitarlı sıkı bir rock şarkısı. Each to Each elektronik ağırlıklı yapısıyla fark ediliyor. Günlerdir dinliyorum ve hala heyecanlandırıyor beni şarkıları. Kolay tüketilen, sıkan bir albüm değil. Özlediğim gibi bir rock albümü. İçinde yaylıların da tetiklediği bir hüzün olması kaçınılmaz tabii.
Çok meşgul hayatında azıcık durup soluklanmak isteyenlere tavsiyemdir. Dinledikten sonra "özlemişim bu müziği" demeniz kuvvetle muhtemeldir. Öyle de samimi.
Üstelik 4 Mayıs'ta Yeni Melek'te olacaklar resmi sitelerindeki tur tarihlerine göre. Rehabilitasyon mahiyetinde katılın derim. Setlist'lerinde Mark Lanegan şaheseri No Easy Action ve Methamphetamine Blues, Screaming Trees'den Shadow of the Season ve Dollar Bill, Massive Attack'ten Live With Me ve hatta Where Did You Sleep Last Night'a rastlandığını da ekleyeyim.

1. The Stations
2. God's Children
3. All Misery / Flowers
4. The Body
5. Idle Hands
6. Circle the Fringes
7. Who Will Lead Us?
8. Seven Stories Underground
9. I Was in Love With You
10. Bête Noire
11. Each to Each
12. Front Street


theguttertwins.com

devamı...

07 Mart 2008

RIVULETS, Karanlıklar Prensi Nathan Amundson


Rivulets, Nathan Amundson un minimalizmin doruklarında müzik yaptığı oluşumun ismi.Tam bir karanlıklar prensi olan Nathan şarkılarıyla dinleyenleri karamsarlığın en güzel yanlarını yaşatabiliyor.Rivulets nin müziği ağır bir slowcore havasında.Dinleyince Boduf Songs u, Jessica Baillif i hatırlıyorsunuz.Ama bana kalırsa Rivulets nin müziği Nathan ın kendine benziyor.Şarkı söyleme biçimi, güçlü gitar vuruşları dinlerken sizi onun karanlık sularına doğru götürüyor.Benim için Rivulets ilk dinlemye başladığım zamanlarda You've Got Your Own epsindeki "Waited for you " şarkısıydı.Aralıksız dinlediğim bu şarkı beni Rivulets ye bağladı ve daha sonra sırasıyla "Debridement", "You are my home","Rivulets","Thank you Reykjavik" albümleri ve "To be home", "Motionnig","Happy ending","Will you be there", An evil","There is nothing i can do","Barreling Towards Nowhere Like There's No Tomorrow" şarkıları geldi.Eğer ağır ama etkili bir vokal ve gitarın -müziğin yavaşça yükselmesini -güçlenmesini seviyorsanız ve hafife alınmayacak sözleri dinlemek istiyorsanız Rivulets yi şiddetle tavsiye ediyorum.
-Rivulets-

devamı...

20 Şubat 2008

At swim two birds


Uzun süredir yazmıyorum ve günah çıkartır gibi birden yazı yazmak ve arınmak istedim.Ara verdiğim grup ve müzik inceleme deliliğime "At swim two birds" ile başladım.Garip bir tüketim çılgınlığına dönen müzik dinleme durumum beni zorlamıştı ki özlem duyulacak müzik ile dolma hissi kendi yolunu buldu.Bu kadar giriş zırvalamasından sonra At swim two birds e dönebilirim. At swim two birds Roger Quigley in solo çalışması.Roger Quigley ise bilenlerin aklına Manchesterlı grup The Montgolfier Brothers gelicektir.Mark Tranmer ile birlikte Roger grupla birlikte devam ederken her iki grup elemanı aynı zamanda yalnız başlarına da müzikle uğraşmıştır.Her neyse yazı konum olan At swim two birds e dönersem eğer ilk dinlemede dream havası aldığımı söyleyebilirim.Genelde dinlemekten zevk aldığım post-rock olmayışı beni yıldırmadı ve dinledikçe Roger Quigley nin bir süredir dinlediğim Returning To The Scene Of Crime...albümüyle aslında dreamden öte birşeyler yaptığını farkettim.Şarkı sözlerine baktığımda ise onun da arınma ile başının derte olduğunu düşündüm.Albümdeki "In bed with your best friend" dinlerken Roger ın sesini dinlemye seven için hayli doyurucu olabiliyor fakat sözleri ... bu cümleyi bitirmiyorum şarkıyı dinleyenlerin kendisinin doldurmasını tercih ediyorum.Albümdeki favorim ise albüme ismini de veren Returning To The Scene Of Crime dır.Uzun uzadıya yazmayı sevemediğim grup ya da müzisyen tanımlamasına burada son veriyorum.Son olarak dream ve slowcore dan hoşlananlar için bu albümü önermeden geçemiycem.

devamı...

19 Şubat 2008

liverpool aksanına doyurur: space


SVTR'in hayatı sona ermiş gruplar kontenjanından geliyor Liverpool'lu Space. Aslında Begin Again ve Neighbourhood singleları sayesinde çoğumuzun kendileriyle bir teması olmuştur. Vokal ve gitarda Tommy Scott, yine gitar ve geri vokalde Jamie Murphy, davulda Andy Parle tarafından 1993'te kurulan, bir yıl sonra kadroya keyboardist Franny Griffiths'i katan Space, birçok kaynaktan beslenen ve kategorize edilemeyen bir grup.
The Who'ya yakın bir müzik yapma amacıyla kurulup, Sinatra, Tarantino filmleri, Looney Tunes çizgi filmlerinden etkilenmişler. Bu karışımdan ortaya çıkansa aynı albüm içinde klasik britpop, Sinatra/Paul Anka tarzıyla karışık pop, 80'lerin disko şarkıları, disko-distortion karışımı dans şarkıları. İlk albümleri Spiders 1996'da yayınlandı ve gruba platin plak kazandırdı. Neighbourhood ve Female of the Species singleları Space'e İngiltere'de şan şöhret getirdi. Ama 1997'de çıktıkları ABD turnesinde istediklerini bulamadılar.
İkinci albümleri Tin Planet'in kayıtlarından hemen sonra davulcu Parle, annesinin ölümü sebebiyle grubu bıraktı. Yerine Leon Caffrey alındı. 1998'de çıkan Tin Planet de Spiders'ın başarısını sürdürdü. Grup 2001'de plak şirketi Gut Records'la, yeni albümleri I Love You More Than Football'un çıkış tarihinin sürekli ertelenmesi yüzünden (bu albüm hiçbir zaman yayınlanmadı) yollarını ayırdı. Bu da onların düşüşünün başlangıcı oldu. Jamie Murphy 2002'de gruptan ayrıldı. Space, kendi kabuğuna çekilip sadece internet sitesinden müzik yayımlamaya başladı.
Grubun son albümü, 2004 çıkışlı Suburban Rock 'N' Roll ticari başarı kazanamadı. Plak şirketeriyle istedikleri gibi bir anlaşmaya varamamaları onları bezdirdi ve Space 2005'te resmi olarak dağıldı.
Müzik piyasasının dehlizlerinde kaybolan Space, bana hep hakettiği kadar takdir edilmemiş gibi gelir. Özgün oldukları kadar eğlencelidirler. Albümlerini bulmak kolay değil, şarkı şarkı aramak daha iyi sonuç verebilir. En kolay bulunabilecekler ise Neighbourhood, Begin Again, Female of the Species, Catatonia'dan Cerys Matthews'la mizahi bir düet olan The Ballad of Tom Jones ve Avenging Angels olabilir. Çoğunun videosu YouTube'da mevcut. Tam olarak edinebildiğim tek albümleri Tin Planet, 90'lar İngiliz müziği ve holiganvari hislerle şarkılara eşlik edip elini kolunu sallayarak acemice dans etmeyi sevenlere tavsiyemdir.


spacetheband.com

devamı...

12 Ocak 2008

bark psychosis


1986 Londra çıkışlı Bark Psychosis, post-rock'ın ilk temsilcilerinden. Hatta terimin, Simon Reynolds'ın grubun ilk albümü "Hex" için Mojo'ya yazdığı eleştiride geçtikten sonra yaygın kullanım kazandığı söyleniyor. 1994 tarihli "Hex" ve 10 yıl sonra gelen "Codename: Dustsucker" albümleri dışında birçok EP'leri var. Grubun kurucusu Graham Sutton dışındaki üyeler sabit değil.
Bark Psychosis şarkıları çok katmanlı bir elektronik altyapıya ve hülyalı (?) gitarlara sahip. Shoegaze ve dünya dışı sesleri karıştırıyor, yer yer caza da göz kırpıyor. Hem kadın hem erkek vokaller var. Ziyadesiyle deneysel. Dinledikçe içine gömülünen bir atmosfere sahip albümleri. "Hex" ve "Codename: Dustsucker" arasındaki 10 yıllık dönemde Graham Sutton bir de "Boymerang" adlı bir drum and bass projesi gerçekleştirmiş.
Sutton'ın ayrıca "DustSucker Sound" adlı bir stüdyosu var. Kendisi Jarvis Cocker'ın da yapımcısı.
Karanlık ve puslu Bark Psychosis, shoegaze ve post-rock seven herkese tavsiyemizdir. Favori albümüm Codename: Dustsucker'dır.
Gayet tatmin edici bir de websiteleri var: barkpsychosis.com

devamı...

01 Ocak 2008

dave gahan - hourglass (2007)


Dave Gahan söz yazarlığını Paper Monsters ve Playing The Angel'da ispat etmişti. İkinci solo albümü Hourglass'la beni kendine daha da hayran bıraktı.
Albümdeki rock soundu daha belirgin, ilk albüme göre daha çok Depeche Mode'a benziyor. John Frusciante'nin elektro gitar soloları ve Gahan'ın bazı parçalarda özellikle sertleşen vokali beni çok memnun etti.
Açılış şarkısı Saw Something albümün özeti gibi, bahsettiğim her şeyi içinde barındırıyor. İlk single Kingdom, bildiğimiz Dave Gahan tarzını iyice oturtuyor. Deeper and Deeper hem maço sözleriyle itici (İstemediğini söyleyemezsin, kavga çıkarmanı sevdiğimi biliyorsun vs.) hem Gahan'ın alışılmadık vokaliyle çekici. 21 Days ve Miracles bence Gahan'ın yaşama karşı inançsızlığını ifade ediyor. Use You ise herkese ve kendine duyduğu nefretin açık beyanı, güçlü elektronika altyapısıyla albümün en iyilerinden.
Insoluble umutsuz bir sakinleşme çabası, Endless tatlı bir aşk şarkısı.
A Little Lie müthiş bir şey, gönlümün şampiyonu =)
Kapanışı yapan Down'da yaşlanıp, güçsüzleşip çöküp kalma korkusunu dile getiriyor Gahan, samimi bir itiraf gibi.
Paper Monsters'dan iyi, Playing The Angel'dan da iyi bir albüm Hourglass. Bir sonraki albümünü kolay kolay beğenmeme lüksünü bize verecek kadar iyi.
Kapak fotoğrafları ve logonun Anton Corbijn'e ait olduğunu da atlamayalım. Tracklisti derli toplu halde görelim:

Saw Something
Kingdom
Deeper and Deeper
21 Days
Miracles
Use You
Insoluble
Endless
A Little Lie
Down

devamı...