31 Temmuz 2007

tarihte bugün: 24 temmuz AIR istanbul konseri


Bundan tam bir hafta önce, şu sıralarda jeremy ve kitsch insect'le birlikte Kuruçeşme Arena'daydık AIR'i izlemek için. Geç de olsa ben de konserle ilgili birkaç görüşümü yazmak isterim.
Çok sıcak bir günün tam serinleyememiş akşamında Arena'ya girdiğimizde ortalık hayli tenha görünüyordu. Ya alan dolmazsa diye kaygılandım, fakat gördük ki alan zaten ortalardan başlayıp yükselen tribünle küçültülmüş. Kapıda ikram edilen minik votkaların portakal-muzlu olanları iyiydi. Votkalarla ilgili detaylar jeremy ve kitsch insect'in alanına giriyor.
Orient Expressions'ı minderlerde dinledik, bazı şarkıları uzaktan gayet hoş geldi. AIR'in sahneye çıkmasına yakın kalkıp itiş kakış olmadan, rahatça sahne önüne yerleştik. Sahneye çıkışlarıyla (sözde) bis için içeri kaçışları arasındaki sürenin kısalığı gerçekten şaşırtıcıydı. Beyaz kıyafetleriyle pembe ışıklar içinde oldukça güzel görünüyorlardı, yeri gelmişken, sahne ışıklandırmasının dikkat çekici şekilde başarılı olduğunu düşünüyorum.
Sahne performansının atraksiyondan uzak olması pek şaşırtmadı, hoplayıp zıplamadan (gerçi Kelly Watch The Stars'da herkes zıplıyordu), kollarınızı kavuşturup boğaz havasını soluyarak sakince izleyebileceğiniz bir konserdi. Ara sıra bu dinginlikten çıkarıp "hey be" dedirten (en azından bana) gitar soloları ve davulcunun beğeni toplayan performansını da unutmayalım.
Konserin en büyük eksiği, çok kısa sürmesinin yanında AIR'in seyirciyle gerçekten hiç iletişim kurmamasıydı. Jean-Benoit Dunckel'in 1-2 "Merci" ve "Thank you"su, Nicolas Godin'in robotik "How do you feel"i ve bis için sahneye geri gelirken sevimli sevimli ellerini çırpması dışında seyirci umurlarında değilmiş gibiydi. Tahmin edileceği gibi en çok katılım Cherry Blossom Girl, Kelly Watch The Stars (benim için konserin en iyisi) ve Sexy Boy'da oldu.
Hatırladığım ve bulabildiğim kadarıyla Radian, Napalm Love, Talisman, People In The City, Photograph, Playground Love, Cherry Blossom Girl, Kelly Watch The Stars, Sexy Boy, La Femme D'Argent çaldılar. Toplam 70-75 dakika sürdü konser. Bunun son 15 dakikasını minderlerde yatıp yıldızlara bakarak geçirmek çok güzeldi. Davetiyemiz olduğu için süre konusunda pek dertlenmedim evet, ama 70-80 milyon vermiş olsaydım gerçekten sarsılırdım.
Konserle ilgili izlenimlerim bu kadar. Biraz da yine sağda solda okuduğum yorumlardan bahsedeyim. Nedense çoğu kişinin konseri minderde dinleyenlerle bir alıp veremediği var. Bu insanların AIR'i haketmediğini söyleyen var, "elektrikli telle birbirimizden ayrılsaydık" diyen var, sahneye bakmayan insanlara odun diyen var... İnsanları sahneyle ilgilenmemekle suçlayıp bir yandan da alandaki insanların ne yaptığına bu kadar takmış olmak ne garip bir ruh halidir. Gördüğüm kadarıyla kimse kimseye "Neden sahne önünde duruyorsun" diye çıkışmıyordu, kimse kimsenin sahneye konsantre olmasını ve tamamen müzik içinde kaybolmasını engellemiyordu. Hal böyleyken kimin ne yaptığıyla bu kadar alakadar olmak, minder üzerinden "konser ruhu" felsefesi yapmak ve kimin orada olmayı hakedip kimin etmediğini belirlemeye soyunmak ibişliğin ta kendisidir diyor, stressiz günler diliyorum.


Fotoğraf: Murat Güzelgün

devamı...

27 Temmuz 2007

interpol - our love to admire


Pençesine düştüğüm "yeni albümleri beğenmeme" illetinden beni biraz kurtarır gibi oldu Interpol'ün üçüncü albümü Our Love To Admire. Grup üyeleri bu kez daha çok keyboard kullandıklarını ve çok dokulu bir albüm yarattıklarını söylüyor. Ayrıca en iyi liste başarılarını bu albümle yakaladılar.
Our Love To Admire'ın önceki albümlerden daha farklı bir havası var. Özellikle Turn On The Bright Lights'a takık olanlar biraz zor alışabilir. İlk single Heinrich Maneuver'ın (videosu çok güzel olmuş) dışında Pioneer To The Falls, All Fired Up, Rest My Chemistry ve bana ilk albümü hatırlatan Wrecking Ball dikkatimi çekti. Şarkı sözlerinde yine çoğunlukla bir kadına hitap ediliyor.
Albümü "daha az karanlık" olarak niteleyebiliriz sanırım. Şarkılar birbirini andırıyor, bütün Interpol albümlerinde hissettiğim bir şey bu. Sanki hiç değişmeyen bir ritm albüm boyunca altta ilerliyormuş gibi. Grubun kendisi çıkardıkları işten gayet memnun. Bense Our Love To Admire'ı Antics ayarında, ama Turn On The Bright Lights'a erişemeyen bir albüm olarak değerlendiriyorum.


*Pitchfork'taki değerlendirme*

devamı...

24 Temmuz 2007

chris cornell - carry on


Birçok yerde kendisinden "grunge god" olarak bahsedilen (katılıyorum) Chris Cornell'ın ikinci solo albümü Carry On ABD'de 28 Mayıs'ta yayınlandı. Albümde blues ve country'nin Cornell üzerindeki etkisi seziliyor.
Açılış şarkısı No Such Thing ve son James Bond filmi Casino Royale'le özdeşleşen You Know My Name dışında düşük tempolu bir albüm. Zaten Cornell, solo albümlerinde Soundgarden zamanındaki gibi sert riff ağırlıklı şarkılara genellikle yer vermediğini söylüyor. Euphoria Morning de sakin bir albümdü.
Bahsettiğimiz şarkılar dışında adından söz ettiren bir de Michael Jackson coverı Billie Jean var ki akustik versiyonunu albümdeki versiyonuna tercih ediyorum. Beni pek tatmin etmeyen bir albüm Carry On. Şarkıların çoğu ortalama, oturup dikkatle dinlediğinizde bile içine giremeyebiliyorsunuz. Yine de birkaç tanesini belirtmek gerekirse Arms Around Your Love, Silence The Voices diyebilirim. "Bir erkeği, başka bir kadın için terk eden bir kadın"ı konu edinen She'll Never Be Your Man de fena değil.
Albüm genelinde sesini çok dikkatli ve tedirgin kullanıyor gibi geldi Chris Cornell, Live Earth performansı da bunu doğruluyor. Yaş kemale erince Mailman'deki gibi bağırmamak lazım tabi.
Umarım kendisi Rock'n Coke'taki performansında son albüme yüklenmez (Billie Jean ve You Know My Name %100 çalınacak), Temple Of The Dog, Soundgarden klasiklerine, ilk albümden Pillow Of Your Bones veya Steel Rain'e yer verir.
Not da vereyim kendisine: 6/10.
Biraz Paris'te dinlenmesini de tavsiye edeyim.

Albümün ilk single'ı No Such Thing, gerçekte pis bir yer olan dünya ve hayatla alıp veremediklerimizden bahsediyor ve civardaki komançi gençlerle çektikleri videosu da sözlerini güçlendiriyor. Buyrun buradan izleyin:


devamı...

16 Temmuz 2007

the smashing pumpkins - zeitgeist


2000'de dağılan ve yanılmıyorsam Roma'da verdikleri konserle hayranlarına veda eden Smashing Pumpkins, ana kadrodan James Iha ve D'arcy yerine Jeff Schroeder ve Ginger Reyes'le yoluna devam ediyor. Bir de geri vokal ve keyboard'da Lisa Harriton eklenmiş gruba. "Gönüllerdeki kadronun yarısı olmadan nasıl bir Smashing Pumpkins olur?" sorusunun yanıtı, grubun merakla beklenen altıncı stüdyo albümü "Zeitgeist".
Bu gayet resmi girizgahtan sonra tamamen subjektif yorumlarıma geçiyorum. D'arcy ve onun yerini alan Melissa Auf Der Maur'a hasta olduğumdan olsa gerek, Ginger Reyes denen kadına ısınamadım. Auf Der Maur, albümde yer almasa da turnede gruba yardım için her zaman hazır olduğunu söylemiş. Buna rağmen Ginger'la turneye çıkmak ibişliktir diye düşünüyorum. James Iha'yı da mecburen kalbime gömüyorum.
SP'in Adore'a kadarki (Adore dahil) albümleri kanımca mükemmele yakındır. Hepsinden döneme damgasını vuran şarkılar çıkmıştır. Machina, öncekilere kıyasla başarılı bulunmamıştı. Ben Zeitgeist'ten de büyük şeyler beklemiyordum açıkçası.
7 yıl sonra asıl (ve bence efsanevi) kadrodan verilen iki fireyle karşımıza çıkan şey e tam olarak Smashing Pumpkins diyemiyorum. Albüme gelince, beklediğim gibi ortalama. Gerçi SP'in ortalaması, birçok grup için gayet üst bir seviye ama bahsedilen grup Mellon Collie & The Infinite Sadness, Siamese Dream gibi albümlerin yaratıcısı olunca beklentiler hiçbir zaman az olmuyor.
Albüm değerlendirmelerinde de ortalama bir not almışlar. Ben kendilerine geçmişin hatrına 6,5/10 veriyorum.
İlk single "Tarantula", albümde öne çıkan birkaç şarkıdan biri. Bir diğeri bence iyi bir konser şarkısı olabilecek "United States". "Doomsday Clock", Transformers'ın soundtrack'inde yer almış. Albümün içine girmek için 3-4 kere dinlemem gerekti. Birkaç dinleyişten sonra dikkatimi çeken diğer şarkılarsa "Bring The Light" ve "For God And Country". Şarkılarda çoğunlukla gürültülü gitarlar, davul ve haliyle Billy Corgan'ın eşsiz sesi hakim. Ama örneğin Mellon Collie zamanındaki gibi "cayır cayır" olarak niteleyemem gitarları. SP diğer Amerikan rock gruplarına benzemiş, onlardan eskisi gibi çok farklı bir yerde durmuyor.
Rock'n Coke'ta her şeye rağmen hayallerimi gerçekleştirecek bu insanlar. Billy Corgan sahnede hevessiz de dursa, basçıları çakma Auf Der Maur gibi de olsa 90'ları belirleyen saymakla bitiremeyeceğim parçaları canlı dinleyeceğim. Kişisel ricam "An Ode To No One".
Yazımı bitirirken Billy Corgan'ın hoş bir uyuşturucu-temalı film olan Spun'ın müziklerini yaptığını ve doktor rolünde ansızın karşımıza çıkıp bizi gülümsettiğini hatırlatayım.

Tarantula'nın videosunu da iliştireyim:

devamı...

04 Temmuz 2007

music is my radar! - radar live 2007


Festival-tatil karışımı radar live'ın yorgunluğu geçti, geriye güneş yanıkları kaldı. İzleyebildiğimiz konserleri ve organizasyonu değerlendirmenin sırasıdır şimdi =)
Alana Cuma akşamı gittik. Rock'n Coke'un aksine AKM'nin önünde saatlerce beklemeden hemen servise bindik. Otobüsün klimasız olması, akşam trafiği ve sıcakla birleşince biraz zorladı.
Neyse ki Solar Beach'e vardığımızda püfür püfür rüzgara kavuştuk. İçeri girişte kuyruk yoktu, çantaların aranması da uzun sürmedi. Bol dikenli çadır alanına yerleştikten sonra yemek yiyip ana sahneye bakan çimlerde yayılarak Mor ve Ötesi'ni dinledik.

30 Temmuz Cumartesi
Sabah kahvaltısı için alanda pek seçeneğimiz olmadığını görerek Kilyos'un içine indik (yürüyerek 15 dakikada ulaşılıyor). Burada hem kahvaltı edilebilecek bir çay bahçesi, hem de lokantalar var. Havlu, güneş kremi, terlik, su tabancası vs de bulunuyor.
Cumartesi günü yaz sezonunu açıp denize girdik, dalgalardan yüzülemediği için daha çok çimmeye yöneldik.
Fungu'yu çok beğendim. TNK uzaktan kulak kabarttığım kadarıyla tatmin etmedi. Replikas her zamankinden farklı bir set çaldı, sanırım yeni çıkacak albümlerinden parçalara ağırlık verdiler. Klasik konser parçaları Nokta ve Gulyabani Müzik'i çalmadılar. Son parçada Fuat'la yaptıkları düet çok eğlendirdi ("Ben diyeyim Repli, sen de kas. Replikas Replikas").
Sahne önünden izlediğimiz ilk konser Beirut oldu. Kızgın güneşin altında kıpkırmızı ama mutlu suratlarla çok güzellerdi. Bizi de mutlu ettiler. Sondaki Şiki Şiki Baba da cila oldu.
Nouvelle Vague bir önceki İstanbul konserindeki kıyafetleriyle sahne aldı. Karşılaştırma için kitsch insect'in yazısını beklemek gerek. Beklediğim gibi hoş bir performans sundular. Too Drunk To Fuck'ta seyirciyi "fuck" diye bağırttılar.
Easy Star All-Stars Babylon'daki gibi eğlenceliydi. Yanlarına Murat Ertel'i de alıp Miller Arena'yı doldurdular.
The Magic Numbers yorgunluktan mıdır nedir pek iz bırakmadı üzerimde. The Rapture eğlenceliydi evet, ama yorgunluk ağır bastı. James öncesi biraz dinleneyim diye çadıra gidip sızmam sonucu Cumartesi gününü James'i izleyemeden noktaladım.

1 Temmuz Pazar
Standart kahvaltı + deniz sefasından sonra Piano Magic'in gerçekten büyülü performansıyla kendimize geldik. Başlangıçta alan tenhaydı, grup çaldıkça insanlar toplanmaya başladı. Konser bittiğinde alan bayağı dolmuştu.
Plan B bence orta halliydi. Çimlerde yayıldığımız için Gevende'ye yetişemedik.
Peter, Bjorn and John soundcheck'te biraz problem yaşadılar. Onlardan da birkaç şarkı dinleyip The Rakes'e yollandık.
Festivalin en iyi performanslarından birini sergiledi The Rakes. Seyirciyle iletişimleri çok iyiydi. Alan Donohoe'nun dansları görülmeye değerdi.
Juliette & The Licks her zamanki gibi harikaydı. Kendi şarkılarının yanında Donna Summer'ın Hot Stuff'ını da çaldılar, çoştular çoşturdular. Havluları bagetleri dağıttılar lakin hiçbirini yakalayamadım.
Güne noktayı CocoRosie'yle koyduk. Kendi deyimleriyle "cooperation problems" yüzünden yarım saat geç başlayabildiler. Onları ilk kez canlı izleyen benim için tatmin edici bir performanstı. Gördüğüm kadarıyla sahnede oldukça eğleniyorlardı.
CSS, çadırdan duyduğum kadarıyla iyiydi =)Bir ara sanırım mikrofonu seyircilere geçirdiler. Ya da rüya gördüm.

2 Temmuz Pazartesi
Ana sahnenin ilk grubu Rashit eski şarkılara pek yer vermeden son birkaç yılki popüler şarkılarını ve coverlarını çaldı. Oğuz Taktak'ın eller havaya dansı ilginçti. Konseri Dinozor'la bitirdiler.
Brakes, özellikle şarkı sözleriyle dikkat çekti (Cheney Cheney Cheney Cheney, stop being such a Dick!). Gitarist Tom White'ın üzerindeki ceket sanırım izleyen herkese dert oldu, içindeki uzun kollu gömlekle de birleşince ter içindeki adamı izlerken darlandık. Neyse ki sonunda ceketi çıkardı. Piano Magic'le birlikte benim için iki sürpriz performanstan biriydi Brakes'inki. Şarkılardan birini Plan B'ye hediye ettiler. Bir de Johnny Cash & June Carter şarkısı Jackson'ı coverladılar ki bu kendilerini gönlümde güzel bir yere yerleştirdi.
The Horrors ortalamaydı, biraz komikti hatta.
The Long Blondes çanta-çadır toplama işleri yüzünden hafiften güme gitti.
Gelelim Marilyn Manson'a.
Konser öncesi ortalık birden güvenlik elemanlarıyla doldu. Diğer günlerin aksine sabahtan beri sahne önüne kimse alınmıyordu. Konserden birkaç saat önce Manson benzeri biri ortalıkta dolaşıp insanlarla fotoğraf çektiriyordu. Sahne devasa bir M M perdesiyle kapatıldı. 15 dakika gibi normal bir rötarla sahneye çıktı Manson. İlk parçadaki dolunay çok hoştu. Yeni albümden birkaç şarkıyla başladılar, Indisposable Teens ve Sweet Dreams'ten sonra çadırları söküp servise binmek için alandan ayrıldık. Toplam 6-7 şarkı izledim. Beklediğim gibi inanılmaz bir sahne şovu yoktu. Sadece arkada bir perde, dumanlar ve bıçak şeklindeki mikrofon. Seyirciyi bir ara "we hate love, we love hate" diye bağırttı, bunun dışında pek iletişim kurmadı. MTV Türkiye'ye verdiği röportajda İstanbul seyircisinin şimdiye kadar gördüğü en iyi seyircilerden olduğunu söylemiş.
Manson konseri bitmeden servislerle Solar Beach'ten ayrıldık.
Aynı otobüste olduğumuz Küçük İskender, otobüste sigara içme özgürlüğünün ardından, çiş yapma özgürlüğünü de kullanmaya karar verince yol kenarında kısa bir çiş molası verdik. Akabinde Taksim'e kadar uyudum.

Güzellikler, canımı sıkanlar
Gidiş ve dönüşte ulaşım rahattı. Tuvaletler beklediğimden daha iyiydi. Deniz ve plaj zaten ortamın en büyük güzellikleriydi. Grupların elemanlarını diğer konserleri izlerken görmek, kendileriyle konuşmak mümkündü. Rock'n Coke'ta ağrı kesiciler bile içeri alınmazken burada kullanmakta olduğum ilaçları, ilaç kontrol noktasına kısa bir açıklama yaparak içeri sokabildim. Kart sıraları çok uzun değildi, yükleme ve para iadesinde sorun yaşamadık. Gündüz belli saatler arasında servis yapan plaj tarafındaki yemekhanemsi, öğle yemekleri için iyiydi. Yiyecek fiyatları çoğunlukla uygundu (5 ytl'lik sosislileri vs saymazsak). Plajdaki duşların yanındaki duş jeli ve şampuanlar çok makbule geçti.
Yiyecek standları çok azdı, özellikle pizzacının önünde geceleri uzun kuyruklar oldu. 3-4 stand daha olsaydı hem çeşitlilik olurdu (insanlar sürekli pizza yemekten bıktı) hem de kuyruklar uzamazdı. Kamp alanının girişinin festival alanının dışında olması yüzünden çadırdan alana her dönüşümüzde kapıda arandık. Günde 15 kere aranmak sıkıcı oluyor. Kamp alanından festival alanına geçiş kolaylaştırılsa daha hoş olur. Bir de kamp alanındaki özel güvenlik görevlilerini anlayamadım. Çadırınızın yanına gelip öylece dikiliyorlar. Çadır alanının içinde daha önce hiç jandarma görmemiştim. Rock'n Coke'ta jandarmalar kamp alanına girmiyor. Kamp alanındaki tuvaletlerde lavabo yoktu, sabah yüz yıkamak/diş fırçalamak için festival alanındaki lavaboya gitmemiz gerekti. O tarafa da 10:00'a kadar kimseyi almayacaklarını söylediler Cumartesi sabahı, ama sonra 9:00 gibi kapıları açtılar.
Miller sahnesinde Pazar günü teknik aksaklıklar yaşandı. Cuma akşamı, yemek standlarının olduğu alanla Solar Beach'in girişi (kart dolum gişelerinin olduğu yer) arasındaki eğimli yerde çakıllar yüzünden birkaç kişi kayıp düştü, ertesi gün çakıllı alanın etrafına bant çekildi (aferin). Miller Arena'yla ana sahne arasındaki yol çok kötüydü. Büyük taşlar yüzünden karanlıkta ayağını burkanlar oldu. Hastanedeki çalışanlar çok iyiydi, insanlarla en iyi şekilde ilgileniyorlardı gördüğüm kadarıyla. Eleştireceğim son nokta da Marilyn Manson konserinde VIP bilekliği olanların biletlerini göstermedikçe sahne önüne alınmamasıydı. Biletix'te 250 ytl'ye satılan VIP biletleriyle (superpass) James ve Marilyn Manson konserlerinin sahne önünden izlenebileceği yazıyor. Ama Manson konserinde özel güvenlik, bileklikle yetinmeyip biletleri görmek istemiş, biletini göstermeyenleri de sahne önüne almamış.

Neticede hem deniz-plaj-güneş, hem de müzik dolu hoş bir festival oldu Radar Live 2007. Organizasyonda büyük aksaklıklar olmadı. Ufak tefek eksiklerle tamamlandı. Benim için gayet tatmin ediciydi. Bitirirken sağda solda okuduğum yorumlarda gözüme çarpan bir iki şeyden bahsetmek istiyorum.
İnsanların grupları izlemeyip denize girmelerinden şikayetçi olanlar var. Neden müziğin, festivalin tadını çıkarmak yerine başka insanların yaptıklarına bu kadar takılınıyor anlayamıyorum. Sen istediğini yap, bırak adam da ne istiyorsa onu yapsın. Denize girerken izin mi alacak senden, nedir?
İkincisi, Marilyn Manson'ı izlemeye gelen insanlarla ilgili. Yine "ortalığı kararttılar, şu güzel ortamı bozdular" gibi şeyler söylenmiş. Siyah rujlu, file çoraplı kızlarla, beyaz pudralı erkeklerle ne alıp veremediğiniz var arkadaşım? Onlar da senin gibi sevdiği müzisyenleri izlemeye gelmiş. Çok mu farklısınız sanıyorsun? Senin kafandaki kalıba uymak zorunda mı herkes?

Seneye varolan birkaç eksiğin kapatıldığı bir organizasyon ve yine güzel gruplarla karşımıza çıkar umarım Radar Live. İstanbul'dan kaçıp kafamızın içini güzel müziklerle doldurmamızı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Farklı değerlendirmeler için topu kitsch insect ve angelbomb'a atıyorum.

Not: Sakın fotoğraf makinesi getirme diyenlerin gazına gelip makinemi yanıma almadığım için dövünüyorum günlerdir. Bir sürü insan fotoğraf makineleriyle girdi içeri.

devamı...