21 Nisan 2010

Johnny Flynn


Mumford & Sons ın dinlemeye başladığım zamanlarda albümünü edindiğim fakat henüz dinlemeye başladığım bir folk müzisyeni Johnny Flynn. İlk önce neden daha önce dinlemedim diye kendime kızdım fakat sonra Mumford and Sons lı günlerimi hatırlayınca şimdi dinlememin iyi olduğuna kanaat getirdim.

Johnny Flynn İngiltere'li genç bir müzisyen. Aynı zamanda Johnny Flynn & The Sussex Wit adlı bir de grubu var. "The Box" (2007), "Leftovers" (2008), "Tickle Me Pink" (2008), "Brown Trout Blues" (2008), "Kentucky Pill" (2010) adlı beş tane single ı, "Sweet William" (2009) adlı bir EP si ve 2008 yazında "A Larum" adıyla çıkarmış olduğu ve benim de dinlemiş olduğum bir albümü var. Aslında yeni bir albümü daha var ismi "Been Listening" fakat temmuz 7 de yayınlanacakmış o yüzden onu sonra eklememiz uygun olabilir. Unutmadan "Kentucky Pill" adındaki single ı 30 mayısta yayınlanacak bunu da ekleyelim.

Johnny nin müziği çağdaşları olan folk müzisyenlerine benziyor ama bancosu varlığını daha çok hissettiriyor ama ne Mumford and sons gibi baskın bir bluegrass yaptığını ne de tallest man on earth kadar daha blues folk a yakın olduğunu söyleyebilirim. Ama her ikisi arasında eklektik bir yerde duruyor gibi geliyor bana.

Dinlediğim albüm olan A Larum oldukça iyi bir albüm 14 şarkıyı da sıkılmadan defalarca dinleyebiliyorsunuz. Açıkcası folk dünyasında benim için parlayan başkaları içinse zaten parlamış bir müzisyen ve yine bunu söylemekte mutluyum ki bu müzisyenden oldukça umutluyum. Albümdeki The Wrote & The Writ parçasına vuruldum. Ama dediğim gibi albümdeki tüm parçalar birbirinden güzel. Dinlemeye başladığınızda şarkıların sizi sarması mümkündür eğer ki böyle yeni folk çalışmalarını dinlemekten zevk alıyorsanız.

Bu arada yazıda sürekli Mumford and Sons dan bahsediyorum ki bu da bu yazı içinde çok da tesadüf değil zira Johnny Flynn şu aralar Mumford and Sons ile avrupa turnesinde gerçi kül bulutları dolayısıyla ara verdiler galiba ama turdaşlar yine de. Onları birlikte dinlemek çok isterdim, kıskançlıktan ölüyorum. Son olarak sevgili Johnny Flynn in iki videosunu sona ekliyorum umarım ilginizi çeker. İyi dinlemeler.

Johnny Flynn - The Wrote and the Writ // A Take Away Show from La Blogotheque on Vimeo.



devamı...

Tarmac


Tarmac'la birkaç yıl önce tanışmıştım, bugünlerde kürkçü dükkanına döner gibi L'Atelier albümlerine takıldım ve orada ilk dinleyişimde farkına varmadığım bir lezzet buldum. Louise Attaque'ın 2001'de -dağılması değil- ara vermesinden sonra grubun solisti Gaëtan Roussel ve kemancısı Arnaud Samuel, Tarmac'ı kuruyor. Üç yıl sonra, 2004'te Louise Attaque kaldığı yerden devam ederken bu sefer Tarmac askıya alınıyor.

İkilinin ilk albümü L'Atelier (2001) favorim. Etkileyiciliğini yalınlığı ve samimiyet hissinden alıyor. Karşılıklı dans etme isteğinden, aşktan, unutuluştan, kişinin kendisiyle meselelerinden, dünyada yer bulabilme çabasından bahsederken politik de olan şarkıları var. Fransızcanın (bazı şarkılarda buna İspanyolca da ekleniyor) göz ardı edemediğim fonetik çekiciliği, müziğin tesirini artırıyor. Örneğin aşağıda verdiğim Dis-moi C'est Quand, göz pınarlarımı içeriden gıdıklıyor ne zamandır.

Daha sonra Joseph Dahan, Philippe Almosnino ve Yvo Abadi'nin gruba katılmasının doğal sonucu olarak işe davul, bas gitar, saksafon, bilgisayar, geri vokaller dahil oluyor. İkinci albüm Notre Epoque'ta (2003) enstrümantal şarkılar artıyor, işlenen temalar değişmese de müzikal açıdan ilk albümden oldukça farklı. Müzisyenlerle yüz yüze olma hissinin yerini prodüksiyonun verdiği "Evet, ben stüdyoda kaydedilmiş bir albüm dinliyorum" bilinci alıyor. Bu kişisel tercihlerinize göre olumlu ya da olumsuz bir durum olabilir tabii. Grubun daha çok dikkat çekmesini sağladığıysa yadsınamaz. Not edelim, albüme adını veren Notre Epoque'ta Walt Whitman'ın Once I Pass'd Through A Populous City şiiri, Chaque Ville'de ise yine Whitman'dan Salut Au Monde alıntılanıyor.

Bir de konser albümleri Concert Au Réservoir var ki henüz dinlemedim. Söyleyeceklerim işte bu kadar, kendileri anlatsınlar meramlarını. Adam gibi fotoğrafları da yok, albüm kapağıyla idare.

Dis-moi C'est Quand

devamı...

17 Nisan 2010

Seasick Steve


Uzunca bir süreden beri bırakın yeni albüm dinlemeyi, müzik bile dinlemeye vaktimin olmadığı şu günlerde bu yazıyı yazmayı kendime bir borç bilirim. Az önceki cümlemden de anladığınız üzere insanoğlunun başbelası olan "çalışmak" isimli mevzuyla meşgulum. Bu sabah bilgisayarımı açtığımda indirilecekler listesinin başında duran "seasick steve" isimli birşeyle karşılaştım. Birşey diyorum çünkü aldığım bu notun müzik mi? film mi? ne olduğunu unutmuşum. Kısa bir araştırmadan sonra anladım ki, bahsi geçen şey, Oakland, California'dan blues country müzisyeni Seasick Steve'in ta kendisi. Kendisini "şarkı ve dans adamı" diye adlandıran SS'in "Dog house music" isimli albümü başlar başlamaz Orta Amerika esintilerini de beraberinde getirdi ve albümün sonuna kadar da öyle devam etti. 3 telli gitarı, Mississippi drum machine adını verdiği ve perküsyon niyetine kullandığı tahta kutusu ve bir adet çatallı sesiyle, bence Türkçe'deki "az ama öz" söz öbeğine tekabul ediyor. Blues country sevenlere tavsiye edilir.


devamı...

The Morning Benders


Merhaba. Bir itirafla başlayacağım; şuraya yazmak istediğim çok grup var, buna rağmen böyle az yazmamın sebebi yazdıklarımdan tatmin olmamam. Gruplarla ilgili bilgi vermenin ötesinde, müziklerinin bana hissettirdiklerini aktarmaya çalışıyorum ama duygularımı yazılı hale getirmekte zorlanıyorum çoğu zaman. Okuması zevkli bir şey ortaya çıksın istiyorum, beceremediğimi düşünüyorum. Diğer yandan yazmadan durmak da istemiyorum. Bu yüzden artık daha fazla yazmaya, aklımdakileri tam olarak aktaramasam bile vazgeçmemeye karar verdim.

Bu kişisel açıklamalardan sonra, bir Cumartesi sabahı bilgisayar başında içimi ısıtan ve heyecanlanmama sebep olan The Morning Benders'a gelelim. Berkeley, California menşeli indie grubu 2005'te kurulmuş. Alışık olduğumuz gitar, bas, davul, klavye ve vokal formülasyonuna sahip. Talking Through Tin Cans (2008) ve Big Echo (2010) adında iki albümleri var. Ben de son albümleriyle keşfettim onları. Grizzly Bear'den Chris Taylor'ın prodüktörlüğünü yaptığı, 39 dakikalık bir güzellik.

Müziklerini dinlediğimde hissettiklerim, albümün kapağıyla örtüşüyor. Okyanusun kıyısında dalga sesi, deriye yapışan kum, yakmayan güneş, belki hafif rüzgar. Tatlı bir uyuşukluk hali, kulaktan yayılan huzur. Fısıldayan vokaller, ahenkli korolar, derin yankılı gitarlar, albüme sinmiş yaz sakinliği, yazlık kafası. Hele yılın bu zamanında o kadar iyi gidiyor ki. Camdan giren bahar havasına karışıp kendimi iyi hissettiriyor. Neşeleniyorum falan. Balkona çıkıp gerinmek istiyorum.

Belki size de benzer şeyler hissettirir The Morning Benders. Hemen bir şans verebilirsiniz. Aşağıdaki videoda San Francisco'dan arkadaşlarıyla birlikte Big Echo'nun açılış şarkısı Excuses'ı çalıyorlar.



The Morning Benders - Cold War (Nice Clean Fight)
The Morning Benders - All Day Daylight

devamı...