10 Temmuz 2010

Sonisphere Festival


Memlekette yapılmış en önemli festivallerden (çoğu kişiye göre en önemlisi) Sonisphere, iki hafta önce İnönü Stadyumu'nda gerçekleşti. Konser sarhoşluğunu tamamen attım, anlar yavaş yavaş solmaya başladı, şimdi geriye bakıp bir değerlendirme yapmamın vaktidir diye düşünüyorum.

Başlarken, sevgili metalci arkadaşlarımızın sevinçle karşıladığı isimlerle pek alakam olmadığını, gönlümde yalnız Alice In Chains olduğunu belirtmeliyim. Diğer gruplarla ilgili yorumlarımı derinliksiz bulursanız, bundandır.

İlk gün. Hayatımda ilk defa stadyum konseri izleyecek olmanın heyecanı içindeyim. Saha içi kapısındaki uzun kuyruk korkutsa da çabuk eriyor. İzlediğimiz ilk grup Stone Sour. Gayet güzel. Yaş ortalaması 16 sanki. Ardından Pentagram. Birkaç Dio coverı çalıyorlar. Sonra Ogün Sanlısoy geliyor. Standart. Murat İlkan alkışlarla sahneye çıkıyor ama çok bitkin. Keşke çıkmasaydı diyorum içimden. Sesi duyulmuyor (sonraki gruplarda da yaşayacağımız ses sorununun henüz ayırdında değiliz). Ergenler coşuyor, neyse ki sırada Alice In Chains var.

Bu adamları canlı izlemek hayal gibi benim için. Karşımıza (karşımıza dediğim 50 metre ötemize, zira sahne önü neredeyse sahanın ortasına geliyor) dizildiklerinde hem mutluyum, hem Layne Staley yüzünden buruğum, hem seyirci katılımını merak ediyorum. Them Bones'la başlıyorlar, ben de kendimi salıveriyorum artık. Orada sadece Jerry Cantrell'ın sesini duymak için bulunuyorum derken bakıyorum William DuVall işi harika kotarıyor. Dakikalar ilerledikçe, eski şarkıların arasına yeniler girdikçe geri dönüş albümleri Black Gives Way To Blue'nun ne kadar başarılı olduğunu açıkça görüyorum. Etrafta bizden başka kimse şarkılara eşlik etmiyor sanırken kalabalığın içindeki sesleri ayıklıyor kulağım. Evet, oradayız. Doksanlara kısa bir yolculuk yapıyoruz. Çalınan şarkılar: Them Bones, Dam That River, Rain When I Die, We Die Young, Angry Chair, Man In The Box, It Ain't Like That, Rooster, Would?, Check My Brain, Lesson Learned, Again, Acid Bubble. Adamlar cayır cayır çalıyor ve Sonisphere'de duyduğum en iyi ses de onlara ait. "Yine geleceğiz, yakında görüşürüz" diyor Jerry, inanıyorum. Pearl Jam ve Chris Cornell'den sonra AIC'i de izlemiş olmanın verdiği yükselmeyle yerimi başkalarına bırakıp Rammstein için arkalara geçiyorum. Festivalin gerisi tamamen "olmuşken şunu da izleyeyim" tadında geçecek.

Rammstein bildiğiniz gibi, alevler falan. Anlatılabilir bir şey değil, fotoğraflarına bakmanızı tavsiye ederim. Türkiye'nin gördüğü en iyi sahne şovu. Net.

İkinci gün gitmedim. Üçüncü gün Big Four'la pek işim olmasa da kombine varken izlememek günahtır diye Anthrax öncesi stadda yerimi aldım. Güneş altında bir güzel kavruldum. Antisocial benim şarkımmış, öyle söylediler. Megadeth'ten ümitliydim ama maalesef Dave Mustaine'in sesini duyamadım. Beyaz gömleğini ve turuncu saçlarını görmekle yetindim. Slayer'da veteran metalci - ergen metalci kardeşliğini pekiştiren pogoların içinde kaldım. Tom Araya neden o kadar sırıtıyordu, merak ettim. Civardaki dairesel headbanglerin vantilatör etkisi hoşuma gitti ama bir miktar saç yuttum.

Metallica'da stad tamamen dolmuştu. Şarkılara katılım, tezahürat muazzamdı. Yanımdaki arkadaşlarım çok duygulandı, ben pek duygulanmadım. Metallica'nın resim seçicisi bir ara delirdi, reji son birkaç şarkıda coştu. Rammstein'dan kalan benzini de Fuel'da fışkırtıp bitirdiler. Adamlar o kadar çok iltifat etti ki seyirciye, buraya yerleşecekler sandım. Kiloyla pena dağıttılar, mikrofonu alıp teker teker sevgilerini sundular. Karşılıklı alkış kıyamet içinde bitti konser. "Tek büyük Metallica" diyordu insanlar, doğruymuş.

Gelelim her zamanki şu olmamış - bu olmamış bölümüne. Yiyecek konusundaki çilemiz burada da sürdü. Köfte ekmek ve sucuk ekmek dışında bir seçenek olmaması hayli aptalca geliyor bana. Diyelim vejetaryenim, diyelim sağlık sebeplerinden et ya da beyaz ekmek yiyemiyorum, ne yapacağım? Son gün akşama doğru standlarda su bittiğini söylediler. Böyle saçmalık olur mu? Bütün gün güneş altındasın, hava 30 küsür derece, su bitiyor. "Bittiyse söyleyin getirsinler" deyince de "telsizimiz yok" diyebiliyor insanlar. Öyle de bir genişlik. Nasıl olsa verdin bilet parasını, istersen geber orada.

Bir diğer saçmalık da staddan çıkmanın mümkün olmaması. Bileklik yerine "bilete pinçik atma" sistemi yüzünden İnönü'den çıkış yok. Çıktın mı geri giremiyorsun. İçeride sana verilene mahkumsun yani. Komik. Son olarak buradan tüm organizatörlere sesleniyorum, sahne önü uygulamasını başımıza bela ettiniz, herkes de buna alıştı, kimse bir şey demiyor ama bu kadar büyük sahne önü mü olur yahu, ayıptır. Hem grubun seyircisine ayıptır, hem seyircisiyle arasına 30 metre boş alan koyduğun gruba ayıptır. Bu konudan bahsettikçe sinirleniyorum. O yüzden benim yorumlamam bu kadar, hadi hayırlı işler.


Fotoğraf: Erdal Mahir Cüran

devamı...