09 Haziran 2006

palahniuk'un gösteri peygamberi


Ben de çoğu insan gibi Fight Club'la tanıdım Chuck Palahniuk'u. Türkiye'de 2002'de Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Gösteri Peygamberi (Survivor) de alışkın olduğumuz Palahniuk taşlamalarından biri. Fazla uzatmadan birkaç alıntı üzerinden konuşalım..
"İnsanlar hayatlarının kurtulmasını istemiyorlar. Hiç kimse sorunlarının çözülmesini istemiyor. Dramlarının. Önemsiz meselelerinin. Hikayelerinin çözümlenmesini, pisliklerinin temizlenmesini istemiyorlar. Çünkü geriye ne kalacağını biliyorlar. Büyük ve korkunç bir bilinmeyen."
Hiçbirimizin (kendimi de katıyorum) büyük ve gerçek problemleri yok. Ya da çoğumuzun diyeyim. Ama hepimiz kıyısından köşesinden arıza karakterle takılmışız, onlara hayranlık duyuyoruz. Bir yandan onlara öykünüyoruz, diğer yandan öykündüğümüz hayatı yaşamaya cesaretimiz yok. Beat yazarlarına hayran oluyoruz, ama beş parasız başını alıp kendini yollara vuranımız pek yok? Sürekli bir arada kalmışlık yaşıyoruz. Denemek istediklerimizle, bunun için almamız gereken riskler çatışıyor. Ayrı olmak istediğimiz topluluktan fiili olarak ayrı duramayınca, kendimize bir kabuk yaratıp onun içinde yaşıyoruz. Etrafta gördüğüm insanların hepsi depresif, hepsinin hayatı kaymış sanki. Bu şekilde kendilerini karmaşıklaştırdıklarını, ilginçleştirdiklerini düşünüyorlar. Bence Palahniuk'un bahsettiği de bu. Kimse sorunlarının çözülmesini istemiyor, çünkü bu şekilde etraflarında yarattıklarını düşündükleri "gizem" halesini kaybederlerse geriye sadece sıradan bir insan kalacak. Paragrafa "biz" diye başlayıp "ben"e döndüğümün farkındayım. Özeleştiriden eleştiriye geçişime tekabül ediyor bu.
"Bir arada olmaktan nefret ettikleri ama yalnız kalmaktan da korktukları için insanlar telefon denilen bir alet kullanıyorlarmış."
İletişime giriş dersinde öğretilmesi gereken bir bakış açısı. İnsanın sürekli yaşadığı başka bir ikilem daha.
"Onlar gibi yaşarsanız, hayatınızdaki her şey listedeki maddelere dönüşür. Başarılması gereken bir işe. Böylece hayatınızın deşifre olmuş halinin neye benzediğini görebilirsiniz.
İki nokta arasındaki en kısa mesafe bir zaman dilimidir, programdır, vaktinizin haritasıdır, ömrünüzün sonuna kadar yapacağınız işlerin listesidir.
İçinde bulunduğunuz anı ölüme bağlayan düz çizgiyi hiçbir şey bir liste kadar iyi gösteremez."
Zekice cümleler ve kavramlar. Hayatın deşifre olmuş hali, vaktin haritası.. Onlar gibi yaşamak, insanın içindeki herkesten farklı olduğu, onlara benzemediği inancını körüklüyor biraz. Biraz lise isyankarlığı kokuyor. Vaktinin haritasını çıkarmayı beceremeyenler için moral verici. Liste yapamadığınız ve yaptığınız listelere uyamadığınız için gurur bile duyabilirsiniz.
"Mesela İsa Mesih, kendisini kimsenin izlemediği, kimsenin ona işkence etmediği ve başında ağlayıp sızlamadığı bir kodeste can verseydi acaba bizi kurtarabilir miydi?
Saygısızlık gibi olmasın ama, kurtarabilir miydi?
Menajere göre, bir insanı aziz yapan en önemli faktör, medyada ne kadar yer aldığıdır...
Çarmıha gerilme sırasında izleyici sayısı düşük olsaydı, olayı başka bir zamana ertelerler miydi, diye düşünmeden edemiyorum."
İşte bu da iletişim fakültesinde olması gereken bir bakış açısı. Tipik Palahniuk üslubu. Provokatif ve esprili. Kitaptaki, İsa'nın fit vücuduyla ilgili yorumlar özellikle eğlenceli.
"Geleceğe güvenmiyor oluşumuz, geçmişimizden kopmamızı zorlaştırır. Geçmişte kim olduğumuz konusundan bir türlü uzaklaşamayız. Arka bahçelere kurulan ikinci el eşya sergilerinde arkeoloğu oynayan bütün yetişkinler, çocukluktan kalma nesneler arayanlar, hepsi korkmuş durumdalar. Değersiz çerçöpler, mukaddes emanetlere dönüşüyor. Kızma Birader. Hulahup. Az önce çöpe yolladığımız şeyler için nostalji duymamızın tek sebebi, gelişimden korkuyor olmamızdır."
Geleceğe güvenmediğim, gelecekten deli gibi korktuğum doğru ve aslında böyle olmaması için bir sebep göremiyorum. Geçmişime, hayatımın çöplerine sıkı sıkıya yapışmamın sebebiyse gelişimden ziyade değişimden duyduğum tedirginlik. Eşyalara bağlanan ve onları hastalıklı bir şekilde biriktiren biriyim. Bunun sebebi tabi ki onların üstlerine sinmiş olan geçmişim. Eski elbise dolabımın kapağını saklamamın sebebi, onun çok iyi bir kapak olması değil, üzerine yıllar boyunca yazdığım yazılardır. Liseden mezun olurken, oturdukları sırayı satın almak isteyen insanlar tanıdım. Herkes eşyalarına bir sebepten dolayı bağlanıyor. Bu sebep ille de gelişim korkusu olmayabilir. Eski ve alışıldık olanın verdiği konfor da vazgeçilmesi zor bir şeydir. Neticede eşyalara duyulan bağlılık bir noktadan sonra hayatı zorlaştırmaya, evi çöplükleştirmeye başlıyor. Eski dergilerinizi, seloteyplerle helak olmuş posterlerinizi, giyilecek hali kalmamasına rağmen desenlerini çok sevdiğiniz için atamadığınız çoraplarınızı gözden çıkarmak zorunda kalabiliyorsunuz.
Peki eşyaları atmak insanı özgürleştirir mi? Bir anlamda geçmişle olan bağlar koparılır, geçmişin etkisinden kurtulunabilir fiziksel düzeyde. Ancak her şeyi gözden çıkardıktan sonra gerçekten özgür olabiliriz derim, Fight Club'a bağlarım.

0 yorum: