24 Temmuz 2009

kola im park


Yazın en çok konuşulan organizasyonu Rock'n Coke olsa gerek. 2008'i pas geçen festival zaman ve mekan değiştirerek karşımıza çıktı. Temmuz ortasına ve İstanbul Park'a taşınan festivalin ilk gününde oradaydım. Jane's Addiction, NIN ve The Prodigy'yi aynı gün izleyecek olmanın mutluluğuyla yola çıktım.

Yaz sıcağında asfaltta konser izleme fikri korkutucuydu ve 17:30 gibi alana vardığımda, geniş bir üst geçidin altına bayılırcasına uzanmış insanları görünce haksız olmadığımı anladım. Neyse ki güneş etkisini yitirmeye başlamıştı.

Juliette Lewis yeni grubu The New Romantiques ile 18:00'de sahne aldı. İstanbul'daki bu üçüncü konserinde de sıcağa rağmen kalabalığı coşturmak için kendini paraladı ama önceki konserlerinde olduğu kadar karşılık alamadı. Bundan sonraki gruplar ayrı birer başlıkta değerlendirilmeli.

Jane's Addiction
24 yıl önce kurulan grup hayatına aralıklarla da olsa devam ediyor ve hiç yaşlanmışa benzemiyor. Perry Farrell'ı karşımda kırmızı dar kostümü, siyah çizmeleri ve eldivenleriyle görünce Scott Weiland'a bakıyorum sandım. "Sizi filmlerden tanıyoruz. Biliyor musunuz hangi filmden? Siktiredin o filmi, burası çok güzel!" diye başlayan konser boyunca oradan oraya sıçrayıp durdu ve seyirciye hep yakın oldu. 50 yaşında, tükenmeyen kırmızı bir enerji bombası. Bir seyircilerin burnunun dibinde, bir amfilerin üstünde, bir yerde, bir havaya zıplıyor.

Dikkatimin yöneldiği diğer kişi ise tabii Dave Navarro'ydu. Küçükken dergilerden fotoğraflarını kestiğim bir insanı sahnede izlemek güzel his. Dolce&Gabbana gözlüklerinden şapkasına dek görünüşü üzerinde fazlaca uğraştığı, kendisine çok aşık olduğu, bir ürün olarak "rock star"ı belgelediği aşikar olsa da, harika bir gitarist olduğu tartışılmaz. Her şarkıda sololarıyla şov yaptı, kendisine tezahürat yapan seyirciyi selamladı. Biste sahnenin kenarına oturup ayaklarını aşağı sallandırarak çaldı akustik gitarını. Bir de sürekli kesiştiği bir kızı sahne önüne çağırıp uzun uzun öptü, bu da magazin haberi. (Dream TV muhabiriymiş o)

Seyirci katılımı iyiydi, çokça bağırılan "Just Because" çalınmasa da bizi fazlasıyla memnun edecek bir performans izledik. Gündüz gruplarında gördüğüm ilk bisi de gerçekleştirdiler, hatta ikincisini bile bekledik. NIN/JA'nın JA'sı harikaydı. Kimbilir NIN'i nasıldı.

Duman yine alanı doldurdu, herkes şarkılara eşlik etti. Mini Billie Jean coverıyla Michael Jackson anıldı. Standart bir konser Kaan'ın "Sizi seviyoruz, falan filan" cümlesiyle bitti. Saflar Nine Inch Nails için sıklaşmaya başladı.

Nine Inch Nails
Trent Reznor ve ekibi dumanlar içinden çıkıp bir solukta 4-5 şarkı çaldı. Ne olduğunu anlayamadan kendimi gümbür gümbür bir müzikle sarılmış (ve sarsılmış) buldum. Hiç yavaşlamadan, aksine şiddetlenerek devam eden, Trent Reznor'un mikrofon ayağını sağa sola fırlattığı, klavyeyi devirdiği, mikrofonu şarkıyı devam ettirsinler diye seyircilerin arasına attığı ama tek kelime konuşmadığı, vahşi bir performans.

Hayatımda izlediğim en sert konser ve o kadar iyi ki. Türkiye için tarihi bir konser olduğu hissi içindeyim, iyi ki buradayım diye düşünüyorum, bu görülmesi gereken bir şeydi. Closer veya Only çalınmaması, kendisini burada bir daha izleme ihtimalimiz zayıf olduğundan önemli. Yine de çocukluğumda dergilerde yırtık pırtık giysiler içinde sahnede süründüğü fotoğraflarını görüp "Ne manyak tip bu ya" dediğim adamı görmüş olmak güzel. Henry Rollins'le yarışacak kadar kas yapmış. Bir Hulk olmuş adeta.

Etrafımda şarkıları söyleyen, hayli mutlu insanlar var. Festivalin güzelliği de bu zaten. Müzikle mutlu olmak. NIN tek bis yapıyor ve teşekkür edip sahneden ayrılıyor. Rock'n Coke'un şimdiye kadarki en iyi konserini vermiş olarak.
Fakat bu birincilik uzun sürmüyor çünkü sırada The Prodigy var.

Setlist: Somewhat Damaged, Terrible Lie, 1.000.000, Discipline, March Of The Pigs, Piggy, The Becoming, Burn, Gave Up, The Fragile, The Way Out Is Through, Wish, Survivalism, Suck (Pigface cover), The Day The World Went Away, Hurt, The Hand That Feeds, Head Like A Hole.

The Prodigy
Gelelim festivalin en çok konuşulan konserine. Önceki iki konserlerine gidememiş olmanın verdiği gaz ve yeni albüm Invaders Must Die'ın The Fat Of The Land'e yakınlığıyla zaten adamlar sahneye çıkmadan coşmuştum. NIN'in yorgunluğuna rağmen yerimde duramıyordum.

Alet edevat sahneye geldi, Liam Howlett'ın Take Me To The Hospital yazılı laptopu vs. Çakıp duran strobe ışıklarıyla sahne aldıklarında, alandaki herkes gibi ben de kontrolsüzce zıplamaya başladım. Keith ve Maxim bir an bile durmadılar, oradan oraya koşturdular, seyircilerin arasına indiler, karşılıklı hopladılar. Bir teki çığlık attı bir öbürü. Beyaz göz makyajıyla Maxim konser boyunca "All my people, all my fuckin' Turkish people, all my Prodigy people" diyerek kah "şurada daire yapın pogo yapın" buyurdu, kah Smack My Bitch Up'ta hepimizi yere çömeltip havalara sıçrattı. İtaat ettik kendisine çünkü Voodoo'suyla bedenlerimizi ele geçirmişti.

Keith ise terden aydinger kağıdına dönmüş, dövmelerini gösteren atletiyle kameralara deli bakışlar atarak tazmanya canavarı gibi tepinip durdu. Seyirciyi ateşledikçe ateşledi. Liam elektronik aygıtlarla çevrili tahtından halkına bakıyordu. Kendini tamamen kaybetmiş, deli gibi dans eden bir kalabalığın içinde olmak harikaydı. Aynı anda zıplayan on binlerce insan, festivalin nabız atışlarıydı. Prodigy bana öyle bir enerji verdi ki, ancak ertesi günün akşamında yorgunluğuma yenilip dinlendim.

Festival programına göre yarım saat erken bitirdiler ama şikayet edecek değilim, insanüstü bir performans gösterdiler. O gazı almışken sabaha kadar kalsalar yine durmadan dans ederdim, belki gerçekten hastaneye götürülmem gerekirdi. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim, içtenlikle teşekkür ederim onlara.

Setlist: World's On Fire, Breathe, Omen, Their Law, Poison, Firestarter, Invaders Must Die, Warrior's Dance, Voodoo People, Diesel Power, Smack My Bitch Up, Run With The Wolves, Take Me To The Hospital, Out Of Space (karışık).

Festival mekanıyla ilgili çok fazla şey söyleyemem çünkü bir tam gün bile geçirmedim. Tuvaletlermiş bira sırasıymış eleştirilecek şeyler değil. Yiyecek standları azalmış gibi geldi, yanılıyor olabilirim. Meyve satılmasını öneririm, o sıcakta bünyeye çok gerekli. Kamp alanıyla sahne arası çok uzak, bu iyi değil çünkü geçen yıllarda çadırda vakit geçirirken sahnenin sesini duyabiliyor, ve tanımadığımız bir grubu beğenip oraya doğru koşabiliyorduk. Güvenlikten hiç bu kadar rahat geçmemiştim, üzerimi bile aramadılar.

Benim için en olumsuz şey gece 3'te eve dönmeye çalışırken Bostancı servisi diye kaldırdıkları aracın bizi E-5'te, Bostancı Köprüsü'nde bırakmasıydı. İnsanların o saatte oradan evlerine taksiye binmeden gitmeleri olanaksız. Ki zaten servise 12 lira ödemişiz. Benim gibi bir çok insan Bostancı servisi deyince sahilyolu veya minibüs yolunda ineceğini düşünmüştü. Bir de oradan taksiye binmek zorunda kaldık.

Bitirmeden Prodigy konserinin sonunda civara çöken sisi de anmak isterim. Göz gözü görmez halde kafada Smack My Bitch Up ve istemsizce seğiren kaslarla tünelden geçip servislere ilerlemek. Adeta ölülerin şafağı.

0 yorum: